UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki 5 yer: Hue Anıtları, Hoi An Eski Kenti, Halong Körfezi, Luang Prabang ve Angkor / Uzakdoğu coğrafyasının tarihi şehirleri: Ho Çi Min (Saygon), Hanoi, Hue ve Siem Reap / Kızıl Nehir, Parfüm Nehri / Vietnamlılar, Khmerler, Laolar, Çamlar, Taylar, Budacılar, Daocular, Kaodaycılar, Müslümanlar, Animistler, Atacılar / Çinhindi Yarımadası’nın dinler ve diller mozaiği / Şaşırtıcı tarih ve doğal güzellikler / Göller, nehirler, mağaralar, yemyeşil tropikal bir örtü ve pirinç tarlaları / Vietnam Savaşı / Rengarenk pazar yerleri, zengin mutfaklar / Uzakdoğu masalının en önemli durağı Angkor Vat Tapınağı…
Güzel bir şey yaptım, Hindistan-Katmandu keşfimizden sonra çok istediğim Vietnam-Laos-Kamboçya gezisine katildim ve kendimi Güneydoğu Asya’nın gizemli dünyasına bırakarak rüzgârın uğultusunu, dalgaların sesini bir de Çinhindi’nde dinledim.
Bu rüya geziden donup doğduğum, büyüdüğüm ve büyümeye devam ettiğim İstanbul’uma ayak basalı haftalar oldu; ama ben bu akil ötesi geziyi yeni yeni içime sindirip daha bir keyfine varıyorum.
Gözlerimi kapıyorum ve kendimi;
Halong Körfezi’nin kıvrımlarında buluyorum,
Hoi An’da suya bırakılan fenerlerin renkli ışıklarında geziyorum,
zamanla problemleri olmayan güleryüzlü insanların ülkesi Laos’un tenha sokaklarında yürüyorum,
dünyanın en otantik yerlerinden Luan Prabang’da kaybolsam bir sure burada deyiveriyorum,
el sanatları yönünden bir cennet olan Laos pazarında kendimi el dokuması ipeklileri seçerken buluyorum,
aile profilini motosikletlerinden anladığım Vietnam sokaklarını çekçeklerle gezerken bambu sehpalara asili sepetleriyle taze meyve ve çiçek satan kadınları seyrediyorum,
Ho Chi Minh anıtmezarı ve evinde “atalara tapkı” ve “mücadele ruhunu” içselleştirmiş bir halka hayran oluyorum,
Edebiyat Evinde balıkçı kuş ile kaplumbağanın dostluğuna şahit oluyorum,
modern ve kalabalık kentlerle doğal güzelliğe sahip, tarihi dokusu bozulmadan günümüze kadar gelen kentlerde Güneydoğu Asya insanının yaşamını essiz coğrafyasında algılıyorum,
Dragonu zenginlik ve refah getiren, düşmanlardan koruyan bir sembol olarak benimseyen Vietnam’ın bin yıl Çin, yüz yıl Fransız, otuz yıl Amerikalı işgalinde nasıl kurtulduğunu dinliyorum,
çekik gözlü, Moğol tipli, renkleri güneşten yanık, elmacık kemikleri çıkık Kmer halklı Kamboçya’da Kmer Krallarının Tanrıyla bütünleşmek, Tanrılaşmak amacıyla kendilerine mezar olarak yaptıkları kral tapınaklarını nefesim kesilerek izliyorum,
Vişnu’ya adanmış, birbirine bağlı basamaklı piramit seklinde beş kuleli, Kmer sanatının en görkemli yapıtı Angkor Vat’taki rölyeflerle Kmer tarihini anlatan savaşları, Ramayana destanından sahneleri ve Absara adi verilen su perisi motiflerini inceleyerek dinliyorum,
sanat tarihi kitaplarında “Bayon gülümsemesi” olarak okuduğum devasa hükümdar yüzlerini Bayon Tapınağında keşfediyorum,
yüzyıllardır ağaçların ve bitkilerin gizlendiği, doğayla yapıların bütünleştiği, taşın ağaca ve ağacın tasa zarar vermeden nasıl bir denge oluşturduğuna tanık oluyorum.
Tüm bunlar ve daha ifade edilmemiş nice güzellikleri kültür-sanat üstadı, IndoChina Kralı Sayın Mustafa Peştereli liderliğinde keşfederken Onun üstün bilgi birikimine, meslek aşkına, mükemmeliyetçi karakterine, esi benzeri görülmemiş “hümanist” ve “demokrat” yapısına, entelektüel sermayesine ve beyefendi ötesi kişiliğine hayran olarak evime donuyorum.
Sayın Mustafa Peştereli’ye “akil ötesi” IndoChina kültür gezisi için kalpten gelen kocaman teşekkür edip, Onun liderliğinde yeni geziler gerçekleştirmeyi diliyorum.
Her şeyden önce rehberimiz önderliginde yaptığımız Laos Vietnam Kamboççya seyahati için sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Eşim ve benim için unutulmaz guzel bir seyahat oldu. Nezdinizde Fest ailesine, rehberimize tekrar ve tekrar teşekkürlerimi sunarım.
‘Evimde oturarak gökyüzünü rahatlıkla görebilirim. Gökyüzünü tanımak için pencereden bakmaya gerek yok.’ Taoizmin kurucusu Lao Tzu usta böyle diyorsa da siz inanmayın. Rüzgârın uğultusunu, dalgaların sesini dinleyin. Asya’nın en batısından koca kıtanın en güney ucuna, Çinhindi’ne doğru bir rüya düşleyin. Halong körfezi’nin kıvrımlarında kaybolun, Hoi An’da suya bırakılan fenerlerin renkli ışıklarında gezinin, okyanusun kokusunu içinize çekerken kendinizi doğunun gizemli dünyasına bırakın.
Biz de öyle yaptık ve dokuz saatlik bir uçuşla Bangkok havalimanına, oradan da 1 milyon fil krallığının başkenti Viantiane’e vardık. Viantiane sandal ağacı şehri demek, ay şehri de diyebilirsiniz. Çünki Mekong nehri burada ay şeklini alıyor ve güneydoğuya yönelerek Laos’la Tayland arasında sınır çiziyor.
Laos Çinhindi’nde denize kıyısı olmayan tek ülke. Bu nedenle Mekong nehri ulaşıma elverişli olmasa da sulama ve getirdiği alüvyonlarla toprağın verimini artırdığından ülke tarımının gelişmesinde önemi büyük. Coğrafi koşullarından ve istilalarla dolu geçmişinden dolayı Asya’nın en yoksul ülkelerinden biri. Ayrıca nüfus yoğunluğu da düşük. Yoksul ama güler yüzlü insanların ülkesi diyebiliriz Laos’a. Sokaklar tenha, zamanla problemleri yok, sarı turuncu giysilere bürünmüş rahipler fala bakıyor, kollarınıza ipten bilezikler bağlıyorlar. İnanışa göre insan vücudunda 31 değişik ruh var. Bizim yanlış davranışlarımız sonucu bu ruhlar zamanla bizden uzaklaşıyor. Dualar eşliğinde bağlanan bu bilezikler kaçan ruhları geri çağırıyor. Siz siz olun, bu ipleri koparmayın, kesmeyin. En az üç gün bilekte taşınacak, eğer kendiliğinden düşerse akan suya atacaksınız. Tabii yeniden bu diyarlara gelme dileğini de ekleyerek. Ya da ne muradınız varsa!
Laos Altın Üçgen’in bir parçası. Dünyadaki afyon üretimi yapan altı ülkenin üçüncüsü. Hükümet gençlere izin vermiyor ama yaşlı nüfusun afyon içmesine göz yumuyor. Ayrıca ilaç üretiminde ve yemeklerinde de afyon kullanıyorlar. Burada iki mevsim var: Kasımdan marta kadar kurak mevsim ve marttan kasıma kadar yaş mevsim. Aralık sonunda kışlık giysilerle bindiğimiz uçaktan 32 C derecelik hava sıcaklığına inince alanda aldığımız Tshirt’leri giyerek gezimize başladık.
İlk ziyaretimiz sarı lotus şeklindeki Vat Tat Luang’a oldu. Hint hükümdarı Aşoka’nın misyonerleri burada Buda’nın göğüs kemiğini saklamak üzere bir tapınak inşa etmişler. Sonra Kmerler aynı yere bir manastır kurmuş. 16.yy.da da buraya ‘çamurlu bir gölün dibinde büyüyen ve açmaya hazır lotus çiçeği’ şeklinde tasarlanmış bu stupa yapılmış. Açılan lotus cehaletten aydınlığa geçişi simgeliyor.
İçinde 6840 adet Buda heykelini barındıran Vat Sisaket Siyam (bugünkü Tayland) stili bir tapınak. Bu heykeller bronzdan, taştan, ahşaptan, mermerden yapılma, bazı yerleri altın varaklarla kaplanmış. Özellikle kalbin üstüne gelen yeri altın varakla kaplamayı seviyor Laos’lular.
Vat Phra Keo: Zümrüt Buda demek. 1779da Tayland’lılar Laos’u istila ederler. Zümrüt Buda’yı alıp Bangkok’a götürürler. O nedenle Tayland’da aynı adı taşıyan bir tapınak var.
Laos’da en sık rastladığımız motif üç başlı fil. Tapınaklarda, üçgen çatıların alın süslemelerinde, kral sarayında her yerde fil var. 17.yy.da Laos üç ayrı krallığa bölünmüştü: Luang Prabang, Viantiane ve Champassak. Ğç başlı fil bu üç krallığı temsil ediyor. Bayraktaki üç rengin anlamı da şöyle: Kırmızı renk toprağı, mavi renk yer altı ve yer üstü zenginliklerini, ortadaki beyaz yuvarlak ise partinin akıl gücünü simgeliyor. Laos tek partili bir demokratik halk cumhuriyeti.
Büyük kutsal altın heykel: Luang Prabang
Buraya kadar gelip de Luang Prabang’ı görmemek olmaz. 14.yy.da kral Fa Ngum Kmer ülkesinden gelerek ilk Laos devletini kurar. Kendisine hediye edilmiş olan altın Buda heykelini de yanında getirir ve Teravada Budizminin yayılmasına öncülük eder. Şehir Unesco koruması altında ve büyük otobüsler şehre giremiyor. Havalimanından çıkar çıkmaz bizi karşılayan afişte ‘Bu şehirde sigara içmediğiniz için teşekkürler’ yazıyor.
Luang Prabang eski başkent, Vat Şieng Tong ise en güzel pagodası. Mekong nehrinden basamaklarla çıkıp pagodanın olduğu alana geliyorsunuz. Tapınağın bahçesinde kırmızı adak çiçekleri satılıyor, fakat tapınağın kendisi tüm çiçeklerden daha güzel. Renkli cam mozaiklerin birleşmesinden yapılmış bir aydınlanma ağacı var ki koyu kırmızı zemin üzerinde güneşin yansımasıyla yanıp yanıp sönüyor. Bu ana binayı çevreleyen küçük küçük pagodalar var. Her birinin içinde yatan Buda, Nirvana’ya ermiş Buda heykelleri var. Büyük Buda’nın kucağındaki küçük altın Buda heykeli ise kilitli kapının ardında. Ancak pencereye gözünüzü uydurarak dışarıdan bakabiliyorsunuz. Duvarlar Ramayana destanından alınmış sahnelerle süslü.
Kraliyet Sarayı, Pussy Tepesi, Kuangsi şelalesi ve Mekong nehrinde tekne turu ülkeyi tanımanıza yardımcı olacak diğer aktivitelerden. 328 basamak tırmanmayı göze alırsanız Mekong ve Nan Kan nehirlerinin kavisler yaparak birbirine karışmasını ve günbatımında suların üstüne düşen pembe-lila renklerin unutulmaz güzelliğini bir Budist rahibin duaları eşliğinde izleyebilirsiniz.
Laos bu üç ülkenin en huzur verici olanı. Hani beni şuralarda unutsalar da sokak aralarında kaybolsam dedirten bir çekiciliği var. Bir köşeden dönünce karşınıza çıkıveren çekingen rahip adayları, sokak ressamları, açık havada ayak masajı ve pedikür, kitap değiş tokuşu yapan dükkânlar, (satış yok) seyyar satıcılar, modern kafeler.. Laos kahvesi oldukça koyu ve lezzetli. Birası da
güzel, sudan ucuz! (şaka değil)
Burası el sanatları yönünden bir cennet! Başta ahşap oymacılığı, masif ahşaptan yapılma mobilyalar, kapılar, kepenkler göz dolduruyor. İpek her üç ülkenin ortak zenginliği. El dokuması ipek, ipek-pamuklu karışımı kumaşlar, bu kumaşlardan yapılmış giysiler, çantalar, masa örtüleri herkesin ilgisini çekecek cinsten. Hele Laos kadınlarının giydiği uzun, önden katlamalı etekler var ki; etek uçlarında geniş çizgili özgün desenler, hardal, tarçın, zeytin yeşili, mürdüm eriği gibi natürel renkleriyle gönlünüzü çelecek, almadan geçemeyeceksiniz. İnce, zarif Asya kadınının ölçüleri bedeninize
uyarsa tabii.
Çılgın kent Hanoi : Suyun öte yanı
İki gün bu sessiz sedasız ülkede dolaştıktan sonra Vietnam’a damardan girdik. Başkent Hanoi 6 milyon nüfusa karşılık 3 milyon motosikletlisiyle bizi şaşkına çevirdi. İstanbul’un trafiğine söz söylemeyelim, beteri varmış! Oldukça düzgün bulvarları ve geniş kaldırımları olmasına rağmen, yer bulamayan motosikletli çıkıyor kaldırıma. Üstelik bir motosiklette dört kişi sıralanmış. Vietnamlının aile profilini burada görmek mümkün: Önde baba, arada bir çocuk, anne ve en arkada ikinci çocuk. Birbirine kenetlenmiş, ağızlarında kumaştan yapılmış (fisto olanları bile var) egzost gazından koruyucu maskeler ve mutlaka başlarında kasklarla trafikte güvenli bir şekilde yol alıyorlar. Eldiven de genç kızlarda oldukça sık kullanılan bir aksesuar.
Bu kenti yakından tanımak isterseniz tuktuk denilen bisikletli tek kişilik arabalara binin derim. Önde bisiklet sürücüsü tenteli, tekerlekli koltuğunuzla sizi çekecek ve siz o çılgın motosiklet seli arasından hızla ilerlerken gördüklerinizi belleğinize kaydetmekte zorlanacaksınız. Eskiyle yeni, modernle geleneksel, Fransız stili ile yerel mimari karışımı binalar, yirmi otuz yıl öncesinin İstanbul’unda olduğu gibi ağırlığından yerlere sarkan siyah elektrik-telefon kabloları, dar uzun cepheli mavi sarı yeşil evler, balkonlara çekilmiş kumaş perdeler, (tente değil) omzundaki bambu sehpalara asılı sepetleriyle taze meyve veya çiçek satan kadınlar, bizde artık kaybolan tabelacılık, balonculuk, portre ressamlığı gibi meslek erbabı kişiler kadrajınıza takılacak. Motosikletleri yol kenarında söküp, parçaları tek tek boyayıp tekrar monte etmek de buraya özgü işlerden. Sonra Batı Gölü’nün kenarından yürüyün, çiçek pazarından bir geçin. Kırmızı tahta köprünün üzerinden yürüyerek Tran Guag pagodasını ziyaret edin. Ho Chi Minh’in anıt mezarı ve evini, kentin sembolü olan tek sütunlu pagodayı, balıkçıl kuşu ile kaplumbağanın dostluğuna şahit olacağınız Edebiyat evini gezin.
Vietnam 85 milyonluk nüfusuyla kıpır kıpır, genç dinamik bir ülke. Hanoi, Ho Chi Minh kenti(H.C.M.C.) gibi modern ve kalabalık kentlerinin yanında doğal güzelliğe sahip kıyı kentleri, unutulmaz Halong körfezi, tarihi dokusu bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş Hoi An, Hue gibi imparatorluk kentleriyle hem güneydoğu Asya insanının yaşamını görebileceğiniz, hem de spor giyim dünyasının, moda devlerinin fason atölyesi olmuş sanayisiyle gelişmekte olan Vietnam’ı tanıyabileceğiniz eşsiz bir coğrafya.
Dragon figürü Vietnam kültüründe zenginlik ve refah simgesi. ‘1000 yıllık Çin hakimiyeti, 100 yıl Fransızların, 30 yıl da Amerikalıların işgalinden kurtulduysa bu ülke; bunun nedeni topraklarımızın dünya haritasındaki yerinin dragon formuna benzemesindendir’ diyor Vietnam halkı. ‘Dragon bizi düşmanlardan korur.’
Dragon, zümrüt anka kuşu, kaplumbağa, fil, maymun.. Hepsi kutsal bu topraklarda. Hue’deki Yüce Uyum Sarayının yapımında dragon formundan yararlanılmış. Hoi An’daki tarihi köprü kazıklar üzerine kurulmuş. Kazıklar; başı Hindistan’da kuyruğu Japonya’da olan ejderin kalbine saplanmış. Köprünün yapımı maymun yılında başlamış, köpek yılında sona ermiş. Hayvanlar, insanlar, tanrılar, ruhlar her şey iç içe. Kırmızı renk ağırlıklı olarak her yerde kullanılıyor, çünkü zenginlik ifade ediyor.
Eski başkent Hue:
İmparatorluk kenti Hue’de 19.yy.dan kalma Hue kalesi ve Çin’deki Yasak Kentin bir benzeri olan Kraliyet Sarayı yangınlarda ve savaşlarda birçok kere tahrip edildiyse de Unesco’nun da çabalarıyla bugün hala ayakta. 20 m. eninde ve 10 km. uzunluğundaki yüksek duvarlar ve iç içe iki hendekle çevrelenmiş olan bu saraya güney kapısından girdiğimizde bizi beş kutsal top karşıladı. Su, toprak, ahşap, ateş ve metali simgeleyen bu toplardan başka mevsimleri simgeleyen dört top daha var.
Saray birbirini takip eden bahçeler, kare planlı salonlar, sonra tekrar bahçelerden geçilerek tekrar salonlar şeklinde sonsuza kadar uzayacakmış gibi. Birinden diğerine geçerken yüksek eşikler yapılmış. Çünkü kralın huzuruna girmeden önce, insanların şöyle bir durup söyleyeceği sözleri bir kez daha tartması, düşünmesi gerek.
Vietnam’ı daha iyi tanımak için yakın tarihine de kısaca bir göz atalım. 19.yy.da imparator Tu Duc döneminde Fransızlar ülkeyi ele geçirdiler ve sömürge düzeni kurdular. Ülkenin gelir kaynaklarına el kondu, kömür madenlerinin çıkarılmasını üstlendiler, bir yandan da bu zenginlikleri Avrupa’ya taşıyacak demiryolları, limanlar yapmaya başladılar. Hanoi, Saigon (H.C.M.C.) kentleri bu dönemde hızla geliştiler. 1905-1930 yılları arasında Fransızlara karşı ulusçu bir hareket gelişti. Japonya ve Sun Yat Sen’in liberal devriminden etkilenen, Avrupa’da yetişmiş eğitimli Vietnamlılar Fransızlara baskı uyguladılar, reform sözleri aldılar fakat sonuca ulaşamadılar. 1930da Çinhindi komünist partisi kuruldu ve Fransızlara karşı hareket toplumsal bir sınıf kavgası haline geldi. 1931de Ho Chi Minh silahlı bir ayaklanma girişiminde bulundu ama bu ayaklanma da sonuç vermedi. 2. Dünya savaşı Fransa’nın sömürge egemenliğinin yıkılmasına yol açtı. Sömürgeciler Vietnam’ı Japonya’ya teslim etti. 1937den 1945e kadar Japonlar sömürge yönetimine devam ettiler ve 1945de bozguna uğramadan az önce Vietnam’a bağımsızlık tanıdılar. Fransızların ayrılması ve Japonya’nın da yenilmesiyle Ho Chi Minh 2 eylül 1945de Vietnam demokratik cumhuriyetini kurdu. Fakat çok geçmeden İngiliz kuvvetleri güneyi, Çinliler de kuzeyi işgal ettiler. Müttefiklerin işgali 1946da Fransızların ülkeye dönmesine yol açtı, Çinhindi yeniden sömürge oldu ve Paris hükümetinden bir ölçüde bağımsız üç yönetim birimine bölündü: Vietnam, Laos ve Kamboçya. Sömürgeci yönetim 1954de Cenevre Konferansına kadar sürdü Fransa alınan kararlara uyarak Çinhindi’den çekildi. Bunun sonucu olarak Vietnam kuzeyde Vietnam Demokratik Cumhuriyeti, güneyde batı yanlısı Güney Vietnam olarak ikiye ayrıldı. Kuzey hammadde ve sanayi bakımından, güney ise tarım ürünleri açısından zengindi. 1963de ülkede Fransanın yerini almış olan A.B.D.nin desteğiyle bir hükümet darbesi yapıldı ve General Van Thien hükümeti kuruldu. 1962-68 yılları arasında A.B.D. bölgeye yardım adı altında sürekli asker gönderdi. (A.B.D.nin Vietnam savaşında kullandığı bomba sayısı 2. Dünya savaşında kullanılan toplam patlayıcı madde sayısından çoktur.) 1973de ateşkes yapıldı ama bu ateşkes kâğıt üzerinde kaldı. Nihayet geçici devrim hükümeti kurmuş olan gerillalar Güney Vietnam’a karşı saldırıya geçerek 21 yıl aradan sonra güneyi bozguna uğrattılar ve kuzey ve güney yeniden birleşti.
Vietnam dünyanın 2. büyük pirinç ihracatçısı. (1.si Tayland) Yıllık üretim 8 milyon ton. Kuzeyde yılda iki, güneyde üç kez ürün alınıyor. Ana yemek çorba. Bizdeki yemek yeme eylemi bu ülkede pirinç yemek anlamına geliyor. Pirinç tarlaları devletin ama ürün çiftçinin. Evler de öyle. Toprak devletin, üzerindeki ev inşa edenin. Mülkiyet babadan oğula geçiyor. Çin’de ve Hindistan’da olduğu gibi burada da çocuk konusunda sınırlama var. Kentlerde iki çocuğa izin var, daha fazla çocuğu olan baba eğer devlet memuru ise işinden oluyor. Köylerde ise bu kural pek uygulanmıyor.
Ejderin Kalbinin Attığı Yer : Hoi An
Unesco dünya mirası listesindeki yerlerden dördüncüsü. Tarihi. 10yy.a kadar gider. 1516da Portekizliler, sonra sırasıyla Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar gelmiş. Burası ipek yolunun uç noktası, bir liman kenti. Çinli ve Japon tüccarlar buraya gelerek yerleşmiş, güzel evler inşa etmişler. Bu evlerin 800 kadarı halen ayakta. Şehir Turbon nehrinin kenarında kurulmuş; porselen, ipek, baharat ticareti var. Zamanla nehrin getirdiği alüvyonlar limanı tıkıyor, gemiler içerilere giremiyor, bu nedenle bozulmadan günümüze kadar gelebiliyor.
Sokak aralarında gezerken gördüğümüz küçük dükkânların çoğunun arkaları ailenin yaşadığı ev. Ön tarafta ürünlerini sergiliyorlar, arka tarafta çocuklar oynuyor, yemekler pişiyor. Yaşlılar uyukluyor. Raflarda neler var diye bakarken birden kendinizi evin ortasında buluyorsunuz. Sizi asla dışlamıyorlar, güler yüzle karşılıyorlar. Sadece sandalet yapıp satan, ya da kumaş fenerler üreten, kravat yapıp satan aileler var. Ahşap oymacılık, lâkecilik, tabii ki ipek, ipekten yapılabilecek her şey, ev tekstili, ipek fularlar, giysiler, yatak örtüleri, porselenler, kemik süs eşyaları, gümüş takılar..
Restoranların önlerinde kırmızı fenerler asılı, balık ve deniz ürünleri bol ve lezzetli. Yengeçler, karidesler genellikle pilav ve patates eşliğinde servis ediliyor. Nam denilen, incecik nişastaya sarılmış balıklı börekleri, noodle’ları, fue denilen balıklı sebzeli çorbaları, muz çiçeği salatası, meyvelerden ananas, papaya, dragon, mandalina, mango, muz hemen her sofranın vazgeçilmezi. Unutmadan, insanların neden ince ve zarif olduklarını anlamak için tabak ve porsiyonlara bir göz atmak lazım: Tabaklar bizim pasta tabaklarımız kadar, düz. Tatlı tabaklarına ise biz ancak kuru yemiş koyabiliriz. Tatlılar da genellikle nişastalı, meyveli jöle şeklinde. Ya
da kızarmış muz, yanında bal veya kakao sosu.
Ho Chi Minh Kenti (Eski başkent Saigon)
Güneyde Saigon nehri kıyısında önemli bir liman, sömürgecilik zamanında Fransızların başkenti. 17.yy.da Kamboçya’nın egemenliğinde küçük bir liman kenti iken 19.yy.da Fransızların gelmesiyle büyüdü ve gelişti. Pirinç, kauçuk, tekstil ticaretiyle zenginleşti. Asıl ününü Amerikan birliklerinin buraya gelip yerleşmesiyle kazandı. Batakhaneleri, gece hayatı, pek çok filme konu oldu. Mini etekli, motosikletli güzel kızlar şehirde özgürce dolaşıyor, hele bir de buluşma yerleri olan gençlik parkı var ki; insanda bir motosiklet de ben kiralasam arzusu uyandırıyor.
H.C.M.C. ülke sanayisinin %30unu, ticaretinin de %25ini elinde tutuyor. Fransızlardan kalma postane binası,(çatısını Gustave Eiffel yapmış) Notre Dame Katedrali, etkileyici görünüşüyle Halk Komitesi Binası, (eski Hotel de Ville) savaş sırasında gazetecilerin rağbet ettiği Caravello Hotel ve caz müziği dinleyebileceğiniz, roof barı ile ünlü Rex Hotel şehrin karakteristiği diyebileceğimiz yerlerden. Tabii bir de yerel ürünlerin hediyelik eşyaların, deniz ürünleri, kahve çay, yaş sebze ve meyvelerin satıldığı Ben Tan pazarı var ki, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır. Kurbağaların derileri canlı canlı, kerpetenle tutularak soyuluyor, bu arada siz kurbağanın ruh teslim etmesine tanık oluyorsunuz, sonra iç organları ayıklanarak satışa sunuluyor.
Fransız ve Amerikan askerlerinin bıraktığı izler, tek kişilik hücreler, giyotin, savaş uçakları, el bombaları, basında çıkan siyah beyaz savaş fotoğrafları, objektifinden mermi geçerek parçalanmış bir kamera, doğmamış ceninler ve Vietnamlı çocukların savaş ve barış üzerine yaptıkları resimler ise Savaş Suçları Müzesinde. 20.yy.ın en uzun süreli savaşını yaşamış, en çok sayıda bomba atılmış ülkesi Vietnam. Buraya atılan bombaların toplamı Hiroşima’nın 400 katı, yani 13 milyon ton.
Karınca ile filin savaşı : Cu Chi Tünelleri
Vietnamlıların karıncalar gibi tüneller kazarak koca bir fili yendiği yer. H.C.M. kentinden kuzeybatıya doğru iki saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Cu Chi tünellerine vardık. (Ku Çi okunuyor) Tüneller ilk olarak Fransızlar döneminde açılmaya başlamış.
Farklı dönemlerde aşamalı olarak ve değişik köylüler tarafından kazıldığı için tünellerin krokisini tam olarak bilen kimse yok. Toprağın üstüne köyler kurulmuş, aşağıda hummalı bir hareket var. Hatta Amerikan üslerinin altını bile kazmışlar. Çökme olasılığına karşı üçgen çatılı bölmeler yaparak yukardan gelen basıncı azaltmışlar. Komuta odaları, erzak depoları, mutfak, hastane.. Her şey var bu tünellerde. Yerin altındaki ilk kademe 3m. aşağıda. Sonra üçer metrelik iki yeraltı katı daha var. Birinden diğerine geçerken merdivenler, bubi tuzakları, kurt kapanları var. Düşman baskınında bu tuzakları devreye sokarak kendileri tünelin sonundaki Saigon nehrine varıyor ve yüzerek kurtuluyorlarmış. Biz bu tünellerin sadece 10metrelik kısmını yürüyerek geçtik. Aşağıya inmeyenler çıkışta inenlerin kan ter içindeki halini fotoğrafladı. Barışta bile zor bir deneyimdi!
Çekik gözlü koyu tenli insanların ülkesi : Kamboçya
Ho Chi Minh kentinden 40 dakikalık bir uçuşla başkent Pnom Penh’e geldik. Burası gezdiğimiz üç ülkeden en özgün olanı. Nüfusun %90dan fazlası kmer ırkı. Çekik gözlü, Moğol tipli insanlar kmerler. Renkleri güneşten yanık, elmacık kemikleri çıkık. M.S. 2.yy.da Hindistan’dan deniz yoluyla Kambu adında bir brahman prensi gelir. Buralarda hüküm süren denizci bir prensesle karşılaşır. İki gemi kıyasıya bir mücadeleye tutuşurlar. Prensin attığı ok hem geminin yelkenlerini, hem prensesin kalbini deler geçer. İkisi evlenirler. Tonle Sap gölü ve Mekong ırmağının suladığı ovalardan oluşan bu topraklar yerleşime elverişli değildir. Prensesin babası efsanevi Naga yılanı kocaman bir nefesle suları içine çeker ve tepeler ortaya çıkar. Tepe anlamına gelen Fu-nan krallığı böyle kurulur. Önceleri Hinduizm, daha sonra Budizmin etkisi altına girerler. 6.yy.da toprak genişliği ve kültür açısından en yüksek seviyeye ulaşırlar, bütün Çinhindi yarımadasını ele geçirirler. 8.yy.da ülke ikiye ayrılır. İ.S. 800lerde Java adasından gelen bir prens Jayavarman II. Angkor krallığını kurar.
9.yy.dan 15.yy.a kadar başkent olmuş Angkor’da 12. ve 13. yy.larda yapılmış olan toplam 287 anıtsal yapı vardır. Dağ tapınaklar adı da verilen bu kral tapınakları tuğladan ya da kızarmış pirinç taşından (Laterit) yapılmıştır. Kmerler tuğlayı yaş olarak kullanmışlar, önce rölyefleri çalışmışlar, sonradan ortada ateş yakarak tuğlanın pişmesini sağlamışlar.
Hint mitolojisine göre beş kıtanın ortasında Meru dağı yer alır. Çevresinde kıtalar, onların da çevresinde okyanuslar vardır. Meru dağının en yüksek zirvesi ise tanrıların mekânıdır. Angkor’daki bütün tapınakların Kmer kralları tarafından kendilerine mezar olarak yaptırıldıkları söylenir. Bir anlamda ölümden sonra tanrıyla bütünleşmek, tanrılaşmak anlamına gelir.
Angkor Vat :
Suryavarman II. Tarafından yaptırılan bu tapınak 20 hektarlık bir alanı kaplar ve kmer sanatının en görkemli yapıtıdır. Eşmerkezli iç içe geçmiş beş kuşaktan oluşan kare planlı bu tapınağın etrafı, eni 20m. olan bir hendekle çevrilidir. Yapımı 37 yıl süren tapınak Vişnu’ya adanmıştır. Galerilerle birbirine bağlanan basamaklı piramit şeklinde beş kulesi ve üçüncü galeride her biri 200metrelik dört duvardaki toplam 800m. uzunluğundaki rölyefleriyle kmer mimarisinin baş yapıtıdır. Bu rölyeflerde kmer tarihini anlatan savaşlar ve Ramayana destanından sahneler resmedilmiştir. Hepsi de birbirinden güzel olan 1700 kadar absara (su perisi) motifi kullanılmıştır. Tarihin bütün dönemlerinde Kamboçya devleti bayrağında Angkor Vat amblemi yer almıştır.
Bayon Tapınağı :
12.yy.da ülkeyi Çan’ların istilasından kurtaran Jayavarman VII.nin yaptırdığı bu tapınak ve çevresindeki hendek Angkor’un surlarını oluşturur. Her birinin yüksekliği 45m. olan 54 adet kuledeki devasa yüzlerin hükümdara ait olduğu söylenir. Sanat tarihine ‘Bayon gülümsemesi’ terimini kazandıran bu yüzlerden 37 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir.
Ta Prohm : Ana Brahma
Taş ve ağacın bütünselliği, doğanın yapılara zarar vermeden kendi dengesini koruma çabası. Jayavarman VII.nin annesine adanan bu tapınak yüzyıllar boyu ağaçların, bitkilerin gizlediği bir yer olarak kalmış. Burada yaşayan rahipler yemeklerini altın kaplarda yerler, ipek çarşaflarda uyurlarmış. Tapınak ve çevresinde yaşayan 12.000 kişinin onda biri dansözmüş. (Absaralar)
Neak Pean :
12.yy.da Jayavarman VII. Tarafından inşa ettirilen bu tapınak 3km.X1km. boyutlarındaki bir suni gölün ortasında kurulmuş. Birbirlerine sarılmış iki yılanın betimlendiği bu Budist tapınağın 4 yönündeki insan, aslan, at ve fil motifleri sırasıyla toprak, ateş, hava ve suyu temsil ediyor. Yapıldığı dönemde de bir arınma yeri olan Neak Pean günümüzde evlenecek çiftler tarafından ziyaret ediliyor.
Prasat Kravan, Pre Rup, Ben Tei Srei, Doğu Mebon, Filler ve Cüzamlılar terasları gezilecek diğer yerler arasında.
Haydi, siz de kendinize bir iyilik yapın, bir gezi planlayın. Asya’yı tanıyıp görmenin tam zamanı . Fest Travel’dan bir Vietnam alana,
yanında Laos ve Kamboçya bedava!
Sayın Faruk Pekin,
FEST Travel ile yaptığım 18.11 - 03.12.03 arası Vietnam-Kamboçya-Laos gezisinden bu gün çok hoş anılarla döndüm. Bu güzel başarılı programın gerek hazırlanışı, muhteşem uygulamaya konuşu, bende geziyle ilgili unutulmaz anılar bıraktı. Güzel oluşu yanında çok zor ve yorucu olan gezimizde bu zorluğu en aza indiren FEST Travel büro çalışanlarına, emeği geçen tüm personele ve bilhassa uyumlu, ılımlı ve sıcak yaklaşımı ve verdiği bilgilere gerçek bir FEST ayrıcalığı yaratan rehberimize ve bize bu turları hazırlayanlara bir kez daha teşekkürlerimi sunarım.
Nefeslerimizi tuttuk,heyecanla vücudumuzun her zerresi titriyordu ve ruhumuz dingin yürüyorduk ve karşımızda Angkor Wat'ı gördüğümüzde duygularımız şahlanmış, yüreğimiz çığlık çığlıktı..Teşekkürler FEST, teşekkürler MUSTAFA Bey...