Lucerne Yaz Festivali’ne Gitmek İçin 7 Sebep
01 Ekim 2025 - İlknur ErkDünyanın en önemli klasik müzik festivallerinden olan Lucerne Yaz Festivali, 1938’de Arturo Toscanini’nin şefliğinde düzenlenen unutulmaz konserle başlayan bir gelenektir. Bu festival Avrupa’nın savaşın gölgesinde olduğu yıllarda müziğin nasıl bir birleştirici güce sahip olduğunu göstermek amacıyla doğmuştu. İlk yıllarında göl kıyısındaki açık hava konserleriyle hafızalara kazınan bu festival kısa sürede dünyanın en önemli klasik müzik etkinliklerinden biri haline geldi.
Festivalin kalbi bugün Jean Nouvel imzalı KKL Luzern (Kultur- und Kongresszentrum Luzern)binasında atıyor. Olağanüstü akustiğiyle dünyanın en iyi konser salonlarından sayılan bu mekân, senfonik konserlerden resitallere, çağdaş müzikten oda müziğine kadar geniş bir yelpazeye ev sahipliği yapıyor. Her yıl Ağustos ve Eylül aylarında düzenlenen festival, yalnızca müzikseverleri değil, eleştirmenleri, sanatçıları ve kültür gezginlerini de kendine çekiyor.
Lucerne şehri de festivalin cazibesini artıran bir öge tabii ki. Dört Kanton Gölü ya da kısaca Lucerne Gölü’nün kıyısına kurulmuş bu şehir, Alp dağlarının eteklerinde masalsı bir manzaraya sahip. Ortaçağ’dan kalma Kapellbrücke (Şapel Köprüsü), renkli freskleriyle süslü eski şehir meydanı, küçük kafeleri ve butik dükkânlarıyla Lucerne, hem romantik hem de canlı bir atmosfere sahip. Festival zamanı ise şehir adeta bir kültür sahnesine dönüşüyor; sokaklarda müzik yankılanıyor, galeriler ve salonlar sanatseverlerle dolup taşıyor.
Ben bu yıl festivale 2–7 Eylül tarihleri arasında on iki kişilik harika bir grupla katıldım. Gündüzleri göl kıyısında ve dağların eteklerinde yaptığımız geziler, akşamları dinlediğimiz konserlerle birleşince unutulmaz bir bütünlük yarattı. Nitelikli sohbetler, keyifli yemekler, çikolatalı dondurmalar ve konser sonrası otelin roof barında içilen kokteyllerle günler tatlı bir ritim kazandı.
Bir öğlen ne yaptık ettik fondue’müzü yedik; İsviçre’nin yerel lezzetini paylaşmak adeta festivalin gayriresmî ritüeli gibiydi. Teleferikle çıktığımız Pilatus Dağı’nda yoğun sis manzarayı saklasa da, orada olmak bile başlı başına büyüleyiciydi. Ve Kraliçe Victoria’nın adını taşıyan salonda yediğimiz lezzetli öğle yemeği, bu yolculuğun unutulmaz anılarından biri oldu. Yerel şarapları da tatma fırsatı bulduk.
Peki insan neden mutlaka Lucerne Yaz Festivali’ne gitmeli? İşte benim gözümden 7 sebep:
1. Dünyanın en iyi orkestraları aynı sahnede
Berlin Filarmoni’den Viyana Filarmoni’ye, Royal Concertgebouw’dan Boston Senfoni’ye… Yıl boyunca dünyanın dört bir yanında sahneleri dolduran orkestralar, burada Lucerne’nin bembeyaz zarif salonunda buluşuyor. Biz iki gece Berlin Filarmoni, sonra iki gece de Viyana Filarmoni’yi art arda dinledik. Böyle bir şey her zaman insana nasip olmaz!
2. Büyük şefler ve yıldız solistleri canlı dinleme fırsatı
Claudio Abbado’dan Riccardo Chailly’ye, Yuja Wang’dan Martha Argerich’e kadar klasik müziğin yaşayan efsanelerini bir arada görmek, sahnedeki enerjilerini hissetmek için Lucerne eşsiz bir adres.
3. Festivalin mekânı: KKL Luzern
Jean Nouvel imzalı KKL (Kultur und Kongresszentrum Luzern) konser salonu akustiğiyle büyüleyici. Burada duyduğun bir senfoni, başka hiçbir yerde aynı tınıyla kulağına gelmiyor. Uzaktan bakıldığında gölün içinden yükselir gibi duran görkemli bina, çok çarpıcı. Jean Nouvel büyük isim! Şehre resmen imzasını atmış. Binanın seveni kadar şehrin siluetine yakışmadığını düşünenler de var tabii ama boşverin siz! 85.000 nüfuslu bu Avrupa şehrinde böylesine bir konser ve sanat mekanı yaratmak başlı başına vizyon işi. Bir de para tabii ki ve malum İsviçre bu konuda hiç de bahtsız değil. Her yerde zenginlik, varlık duygusu var ama göze batırılmıyor. Zenginliği caddeden geçen Porsche’lerde, Ferrari’lerde görüyorsunuz.
4. Göl ve dağların büyüsü
Konserden çıktığında birkaç adım ötede göl kıyısında yürüyebiliyor, Rigi ve Pilatus dağlarına bakarak akşamı tamamlıyorsun. Doğa ve müziğin bu kadar iç içe geçtiği başka çok az festival var. Bregenz rakip olabilir tabii ki gölün üzerine kurulan Seebühne adındaki sahnesiyle…
5. Tarihle modernizmin buluştuğu şehir
Ortaçağ’dan kalma Kapellbrücke köprüsünden geçip birkaç dakika sonra modern sanat galerilerine girebiliyorsun. Festival zamanı şehir bir açık hava kültür sahnesine dönüşüyor. Bir de bence Rosengart Müzesi’ndaki Paul Klee koleksiyonu, Lucerne’e gitmek için başlı başına bir sebep! Muazzam bir koleksiyon, benim gibi suluboyanın şeffaflığı ve lirizmini seven Kleeseverler için mabet mabet!
6. Festival ruhu ve uluslararası izleyici
Lucerne’ye dünyanın her yerinden müzikseverler geliyor. Salonda otururken yanındaki kişinin Tokyo’dan, New York’tan ya da Berlin’den geldiğini öğrenmek, bu buluşmanın evrensel ruhunu hissettiriyor. Tabii şunu da eklemek isterim: Konser adabını çok iyi bilen, olur olmaz yerlerde alkışlamayan, şef kollarını indirmeden adeta nefes bile almayan bir dinleyici kitlesi sayesinde dinlenilen eserler çok daha etkili oluyor.
7. Yolculuğun kendi bütüncül zenginliği
Lucerne Yaz Festivali, yalnızca konserleriyle değil, yolculuğun kendisiyle de hatırlanıyor. Sabah dağları, müzeleri, besteci evlerini dolaşıp akşam Mahler dinlemek… İşte bu birleşim, festivalin asıl mucizesi.Evet Dostlar, Lucerne Yaz Festivali, klasik müziğin geçmişini onurlandırırken geleceğine de ışık tutan bir buluşma noktası. Şehrin kendisi de gölüyle, dağlarıyla, lezzetli yeme içme mekanları ve nefis çikolatalı dondurmalarıyla bu buluşmaya katkı yapan en büyük öge. Bence klasik müziğe gönül vermiş herkes burada mutlu olur.