Leipzig Mahler Festivali


“Böylesi ancak 100 yılda bir düzenlenir” dedirten unutulmaz bir şenlik...

 

Meine Zeit wird kommen / Benim de zamanım gelecek
Gustav Mahler (1860-1911)

 

100’üncü ölüm yıldönümünde tüm dünyada anılan besteci Gustav Mahler için en görkemli etkinlik, ne ilginçtir ki, gençliğinin yalnızca iki yılını geçirdiği Leipzig’de 17-29 Mayıs 2011 tarihleri arasında yapıldı. Şehrin tam kalbinde yer alan etkileyici konser salonu Gewandhaus iki hafta boyunca tüm festivalin merkez üssüydü. Bakmayın siz öyle dediğime; aslında Leipzig katıksız bir “müzik şehri” kimliğiyle, böylesi bir festivale ev sahipliği yapmayı o kadar çok hak ediyordu ki! Fest Travel’in düzenlediği iki ayrı turla bu unutulmaz geziye katılan müzik gezginlerinin hislerine tercüman olmayı denedim aşağıdaki günlüğü kaleme almakla…

 

Günümüzde eserleri en fazla seslendirilen bestecilerin başında gelen Gustav Mahler’in özellikle büyük çaplı senfonileri her yıl dünyanın dört bir köşesindeki senfonik topluluklar tarafından sezon kapsamında ya da irili ufaklı müzik festivallerinde seslendirilir. Bir de “Mahler Festivali” diye bir fenomen vardır ki üzerinde özellikle durmak gerekir. Mahler’in tüm senfonilerinin bir veya birkaç orkestra tarafından ardı ardına çalındığı bu tip özel festivallerin ilki, bestecinin ölümünden 9 yıl sonra, 1920 yılında Amsterdam’da yapılmıştır. O yıl Willem Mengelberg, orkestrası Amsterdam Concertgebouw’u, yakın dostu ve yaşadığı dönemde eserlerinin en büyük destekçisi olduğu Gustav Mahler’in tüm senfonilerinde yönetmiştir. 11 gün süren bu tarihi festival, Mahler’in kıta Avrupa’sında elde ettiği ilk zaferdir. Bu tarihi festivalden 75 yıl sonra yapılan ikinci önemli Mahler Festivali’nde başrolde yine aynı şehir vardır. Amsterdam Concertgebouw Orkestrası bu kez kendi başına değil en büyük iki rakibi Berlin ve Viyana filarmoni orkestralarını da yanına alıp Mahler’in tüm orkestral eserlerini “Gustav Mahler - Tüm Dünya Onu Dinliyor” adlı verilen ikinci Mahler Festivali’nde seslendirir. Birinci festivalin mimarı Willem Mengelberg ise, bu ikincisinin mimarı da hiç kuşkusuz orkestranın o dönemde başında bulunan İtalyan şef Riccardo Chailly’dir. Festivalde Haitink, Abbado, Rattle ve Muti ile podyuma çıkan şeflerden biri olan Chailly’nin olağanüstü Mahler icraları uzun yıllar konuşulacaktır (Bu kayıtlar 16 CD’lik set halinde Hollanda’da yayınlanmıştır).

Ve geliyoruz 2011 yılına. Müzik dünyası 16 yıl sonra yeni bir Mahler Festivali’nin coşkusunu yaşıyor. Ev sahibi bu kez Amsterdam değil Leipzig. Ama Festivalin ardındaki isim 1995’teki ismin aynısı: Maestro Riccardo Chailly. Chailly, 2005 yılından beri kapellmeister’i olduğu Leipzig Gewandhaus Orkestrası’nın genel müdürü Prof. Andreas Schultz ile el ele verip dünyaya yeni bir Mahler Festivali armağan etti. 17-29 Mayıs 2011 tarihleri arasında düzenlenen Leipzig Uluslararası Mahler Festivali (Internationales Mahler-Festival Leipzig) bestecinin 100’üncü ölüm yıldönümü anısına düzenlendi. Her unsuruyla çok ama çok görkemli ve etkileyici olmasını belki de 100’üncü yıldönümüne düzenlenmiş olmasına borçlu.

İnsan, açıkçası Leipzig gibi, Mahler’in gençlik döneminde sadece iki yıl kaldığı bir şehrin büyük besteciyi günümüzde bu kadar sahiplenmiş olmasına ilk önce anlam veremiyor. Hatta Festivalin yapılacağını öğrendiğimde ilk tepkim “Viyana dururken neden Leipzig?” olmuştu. Ama birkaç gün geçirdikten sonra Leipzig’in Mahler Festivali düzenlemek için aslında ideal şehirlerden biri olduğunu anladım. Zira bu şehir, Andante’nin 56’ıncı sayısında yazarımız Deniz Banoğlu’nun güzelce tanıttığı gibi “Almanya’nın müzik şehri” unvanına sahip, müzik tarihinde çok özel ve dünyada her şehre nasip olmayacak bir birikime sahipti. Öyle bir şehir düşünün ki; Telemann Collegium Musicum topluluğunu burada kurup yönetsin, aynı topluluğu yöneten J.S.Bach 27 yılını şehrin kilisesinin kantoru olarak geçirsin ve yaşama burada veda etsin, Robert Schumann eşi Clara’yla birlikte hem burada yaşasın hem de kayınpederiyle müzik dergisi yayımlasın, Mendelssohn da hem burada yaşasın hem de şehrin biricik orkestrası Gewandhaus’un kapellmeister’liğini üstlensin, Wagner burada doğup ilk eğitimini alsın…

Söyler misiniz, Avrupa’nın başka hangi şehrinde böylesine muhteşem bir birikim vardır? Bir de Viyana’da belki… Peki, Mahler’in Leipzig’le ilişkisi ne zaman ve nasıl başlar? 1886 Nisanında, henüz genç bir opera orkestrası şefiyken, Prag’dan gelip şehirdeki Neues Stadttheater (Bugünkü Leipzig Operası)’in başına getirilir Mahler. Gençliğine rağmen, ödün vermez tavrı nedeniyle, kurumun diğer şefi, meşhur Arthur Nikisch ve bazı orkestra üyeleriyle yaşadığı sürtüşmenin ardından Leipzig’de fazla barınamaz ve 1888 Mayısında şehirden ayrılır. Ama ardında Leipziglilerin ömür boyu unutamayacakları bir anı bırakmıştır: Gustav Adolf Caddesi üzerinde bulunan evinde bestelediği 1. Senfoni. Öte yandan operası bulunmayan Mahler, Carl Maria von Weber’in bitiremediği Die Drei Pintos operasını yine bu şehirde yaşadığı sırada tamamlayıp sahnelenmeye hazır hale getirir.

 

Aslına bakarsanız, Mahler’in 1897-1907 yılları arasında Viyana Saray Operası’nı (Eski Viyana Devlet Operası/Staatsoper) yönettiği sırada başına gelenlerden sonra bugün “Viyana dururken neden Leipzig?” diye sormak da pek anlamlı değil. Kariyerinin en parlak dönemini geçirdiği Viyana’da bugün Mahler’in anısına ithaf edilmiş ne bir müze ne de bir ev var. Yine de hakkını yemeyelim, bu şehirde, 1955 yılında Viyana Filarmoni Orkestrası’nın ön ayak olmasıyla kurulan Uluslararası Mahler Derneği, bestecinin senfonilerini bestelediği üç beste kulübesinin (komponierhäuschen) restore edilip açılması, eserlerinin kritik edisyonlarının yayımlanması türünden kayda değer işler yapıyor.

Dönelim Leipzig’e… Leipzig’in birkaç yıldır hazırlandığı Uluslararası Mahler Festivali’ni sahiplenişi, tüm benliğiyle bu görkemli buluşmayı bekleyişi, şehrin girişinden itibaren yol boyunca sıralanan ve otobüsümüz Leipzig’e girdiği sırada şehrin üzerine çökmüş olan kasvetli havayı yer yer dağıtan sapsarı renkli afiş ve billboard’ların çokluğundan anlaşılıyordu. Son yıllarda yurtdışındaki klasik müzik merkezlerine tematik turlar düzenleyen Fest Travel’in iki ayrı turdan oluşan Leipzig Mahler Festivali gezisinin ben iki turuna da katılıyordum. 19-23 Mayıs günleri arasını kapsayan birinci tura katılanlarla birlikte, 19 Mayıs Perşembe öğleden sonrası Gewandhaus konser salonunun hemen karşısına düşen otelimize yerleştik.

19 Mayıs Perşembe

Takvimimize uymadığı için Festivalde 17 ve 18 Mayıs günlerinde verilen açılış konserlerine yetişemedik. Leipzig Mahler Festivali, ev sahibi Gewandhaus Orkestrası’nın, topluluğun genel müzik direktörü Riccardo Chailly yönetiminde verdiği ve dinleyenlerin anlata anlata bitiremedikleri 2. Senfoni icrası ile açılmıştı. Solistler, soprano Twyla Robinson ve alto Christianne Stotijn idi. Gewandhaus’u, Festivalin kapanışını yapacak konserlerden birinde, 8. Senfoni’de dinleyeceğimden dolayı içim bir nebze olsun rahattı. İlk akşam, bulunduğumuz şehre iki saat uzaklıktaki Dresden’in dünyaca ünlü Sächsische Staatskapelle Dresden (Dresden Saksonya Devlet Orkestrası) ve aynı kurumun korosu, Finlandiyalı orkestra şefi-besteci Esa Pekka Salonen yönetiminde 3. Senfoni’yi icra edecekti. Tura katılanlarla birlikte konser öncesi otelimizin lobisinde o akşam dinleyeceğimiz eser üzerine yarım saatlik sohbetlerimizin ilkini yaptıktan sonra topluca karşı kaldırımda bulunan görkemli Gewandhaus binasının yolunu tuttuk. Yol yorgunluğunu üzerinden henüz atamamış beden ve zihinlerimiz bakalım Mahler’in bu, en uzun senfonisine nasıl tepki verecekti? Mahler’in, pek çok kesim tarafından 7. Senfonisiyle birlikte “karakoyun” yerine konulan bu eserini Salonen o akşam bestecinin açık direktifini gereğinden fazla aştığı kabul edilebilecek, 110 dakikaya varan bir sürede yönetti ve özellikle romantik karakterli son bölümdeki temposuyla, dayanma gücünü epeyi zorladı. Dresden’in bakırlarının, eserin başından sonuna dek, bu birinci sınıf orkestradan duymamız gereken temizlikte olmaması şaşırtıcıydı. 35 dakika süren devasa ilk bölümün ardından Salonen podyumun önüne konulan sandalyesine, yüzü orkestraya dönük biçimde oturdu ve yaklaşık 2 dakikayı, değnek tutan sağ avuç içine plaster yapıştırmakla geçirdi. Hayır, gruptaki bazı arkadaşların düşündüğü gibi Salonen kalp hastası olduğu için avuç içine ilaç sürüyor değildi, yalnızca Mahler’in el yazması partisyonda yazılı direktifini uyguluyordu. Mahler, eserde birinci bölümden sonra “uzun bir es verilmesi” (Folgt eine lange pause) talimatını yazmıştı, Salonen’in yaklaşık 2 dakikayla sınırlı tuttuğu da bu talimattı işte. Eserin 4. Bölümünde, Nietzsche’nin, insanoğlunun sorularını dillendirdiği “Gece Türküsü”nü, Finlandiyalı alto Lilli Paasikivi son derece etkileyici, derinlerden kopup gelen sesiyle yorumladı. Söyleyişi yumuşak, vibratosu yerindeydi. Bu bölüme karakterini veren ögelerden biri olan solo koranglenin glissandolarının idealden uzak oluşu, yadırgatıcıydı. Konserin ardından, MDR Figaro radyo kanalına şöyle konuşmuş Salonen: “Elinizin altında iyi bir orkestra varsa bu eserin son bölümü bittiğinde enerji tüketmiş değil sanki enerji depolamış gibi olursunuz. Genellikle her 3. Senfoni icrasından sonra kendimi her zamankinden daha canlı ve ‘yükselmiş’ hissederim.” Beni, ne zaman dinlesem etkileyen son bölümün ardından ‘yükselemediysem’ sanırım bunda Mahler’i yorumlarken duygulanımdan em ziyade rafineliğe önem veren yönetim stiliyle Salonen’in payı büyük olsa gerek. Bu arada, Leipziglilerin öteden beri rakip olarak gördükleri bilinen Dresdenlilerin konserine fazla itibar etmedikleri ve salonun üçte ikisinin boş kaldığı da gözlerden kaçmadı.

20 Mayıs Cuma

Bugün Leipzig dışına çıktık. İstikamet Köthen ve Weimar kentleriydi. Tahmin edeceğiniz üzere, Mahler’den de bir günlüğüne uzaklaştık. J.S.Bach’ın Leipzig’den hemen önceki iki durağına yolculuk vardı bugün. Önce Leipzig’e yarım saat uzaklıkta bulunan ve baba Bach’ın 1717-23 yılları arasında görev yaptığı Köthen kentine uğradık. Küçücük, sakin bir şehirdi Köthen. Başka bir yere uğramadan, doğruca, Bach’ın patronu Anhalt-Köthen Prensi Leopold’un sarayına gittik. Kalvenci Prens kendisinden dinsel müzik talep etmediği için kapellmeister Bach burada kaldığı yedi yıl boyunca en güzel dindışı eserlerinden bazılarını bestelemiş. Orkestral süitler, solo viyolonsel süitleri, solo keman için sonat ve partitalar ve tabii Brandenburg Konçertoları hep bu dönemden kalma. Köthen’deki sarayda, Bach’ın bir büstünün bulunduğu, 300 yıl önce bestecinin de bizzat konserler verdiği aynalı salon ve asıl önemlisi Anna Magdalena Wilcke ile 1721’de dünya evine girdiği küçük şapel görülmeye değerdi. Sarayın üst katı, Bach’ın Köthen’deki müzik mirasıyla birlikte birtakım tarihi çalgıların da teşhir edildiği bir sergi alanına dönüştürülmüş. Sarayın bitişiğine inşa edilen Köthen Etkinlik Merkezi’ne, o sırada kapalı olduğundan dolayı giremedim ama içerisinde, oda müziği konserlerinin verildiği, mükemmel akustiğe sahip, 450 kişilik çok şık “Johann Sebastian Bach Salonu” olduğunu öğrendim.

 

Kısa süreli Köthen gezisinin ardından iki saat uzaklıktaki Weimar kentine doğru yola çıktık. Köthen ve Leipzig öncelikle birer “J.S.Bach kenti” olarak anılıyor ama bestecinin Köthen’den hemen önceki durağı olan Weimar öyle değil. Bach burada 1709-17 yılları arasında, dukalık sarayında organist ve kapellmeister olarak görev yapmış (Ayrıca 1703’te 7 ay süren bir Weimar hizmeti daha var). Köthen’in aksine Weimar’da Bach’tan geriye kalan pek bir şey yok (Bach burada sadece, sonradan İyi Düzenlenmiş Klavye’sini oluşturacak olan prelüd ve fügleri yazmaya başlıyor). Gözden düşen ve 1717’de giderayak 1 aya yakın hapis tutulan bestecinin yaşamında Weimar’ın hoş bir seda olarak kalmadığı muhakkak. Weimar, Bach’tan önce bir Goethe, Schiller ve Liszt şehri (Liszt Müzesi’ni 24 Mayıs’taki ikinci gezimiz sırasında ziyaret ettim). 

Bu günübirlik gezinin ardından döndük yine Leipzig’e ve sebebi ziyaretimiz olan Mahler’e. Akşam, bu şehrin ikinci orkestrası olmakla birlikte Almanya’nın en eski radyo orkestrası da olan MDR (Mitteldeutscher Rundfunk/Orta Alman Radyosu) Senfoni Orkestrası bestecinin tamamlayamadığı 10. Senfonisini yorumlayacaktı. Geziden önce programa göz gezdirirken bu konserin Festivalin zayıf akşamlarından biri olacağını düşünmüştüm. Ama MDR beni şaşırtan ve mutlu eden çok başarılı bir icra çıkardı, şef Jun Märkl yönetiminde. Demek ki benim gibi düşünebilecekleri hesaba katıp, dünyaca ünlü diğer konuk topluluklarla âşık atabilmek için dersine iyi çalışmıştı orkestra.

 

Bitmemiş 10. Senfoni o akşam MDR tarafından İngiliz müzikbilimci Deryck Cooke’a ait “icra versiyonu” ile çalındı. Mahler’in 1910 yazında Toblach (Bugünkü Dobbiaco)’da bulunan sayfiye evindeki kulübesinde birinci bölümün tamamını ve üçüncü bölümün ilk 30 ölçüsünü bitirebildiği 10. Senfoni’nin Cooke tarafından düzenlenen icra versiyonu1964’teki dünya prömiyerini takiben birkaç kez revize edilip (Bu revizyonların ardında, Alma Mahler’in kızı Anna’nın annesinin ölümünden sonra babasının tüm senfoni taslaklarını Cooke’a teslim etmesi yatar) 1976’da yayımlandı. Cooke’un daha sonra Berthold Goldchmidt, Colin ve David Matthews kardeşlerin yardımını alarak ortaya çıkardığı icra versiyonu tüm çevreler tarafından kabul görmüş bir çalışma değil. Kendisi yaptığı işi ısrarla “tamamlama” değil “icra versiyonu” olarak değerlendirilmesini istemiş olsa dahi, kimi önde gelen Mahler otoritelerinin Cooke’un üstlendiği işi tasvip etmedikleri bilinir. Cooke, çalışmasını sunduğu ve bazılarından hakarete varan nahoş tepkiler aldığı Walter, Klemperer (Goldschmidt tarafından tanıştırıldığında Cooke’un elini bile sıkmamıştır), Bernstein (10. Senfoninin iyi bir eser olduğunu düşünmediğini Cooke’a söylemiştir), Boulez (“Mahler’in 10. Senfonisi diye bir şey yoktur” sözü meşhurdur) ve Kubelik gibi otoritelerle yaşadıklarını ABD Gustav Mahler Cemiyeti’nden Avik Gilboa ile yaptığı söyleşide gayet net biçimde anlatmıştır.

21 Mayıs Cumartesi

Kahvaltıdan sonra, Leipzig Güzel Sanatlar Müzesi’ne doğru yola çıkan turumuza katılmayıp Ayşe Hanım (Öktem) ile Schumann Evi’ne doğru yollandık. Müzeye ben daha sonra gitme sözü verdim kendime çünkü orada sergilenen Max Klinger’in meşhur Beethoven heykelini görmem gerekiyor. Inselstrasse No.18’deki etkileyici beyaz taş binanın içinden girer girmez yukarı çıkıp daire içindeki gezimize başlar başlamaz Schumann-Haus beni hayal kırıklığına uğrattı. Meğer Schumann’ın tüm özgün eşyaları, Leipzig’e fazla uzak sayılmayacak Zwickau’da doğduğu evde saklanıyormuş. 1840 yılı Eylülünde taşındıkları bu Leipzig evinde Robert ve Clara Schumann çifti 4 yılı aşkın yaşamış. Bu süre boyunca Robert Schumann Bahar Senfonisinin de içinde olduğu birkaç eserini bu evde vermiş. 1999’da bir şirket burayı satın alıp tadilattan geçirmiş ve Özel Clara Schumann İlkokulu’nu kurmuş. Halk açık olan tarihi rezidans bölümünde ise, Robert ve Clara Schumann Derneği, çiftin Leipzig yaşamını belgeleyen bir daimi sergi açmış. Serginin ilginç parçalarından biri de, Wilhelm Wieck imzalı, 1860 tarihli, hâlâ çalınan bir konser piyanosuydu. Schumann çifti evin salonunda verilen davetlerde Liszt ve Mendelsson-Bartholdy gibi dostlarını da ağırlarmış. Aslına sadık kalınarak restore edilen bu salonda günümüzde de konserler veriliyor. Ayrıca Schumann Derneği bu mekânda, çiftin evlilik yıldönümü olan 12 Eylül ve Clara Schumann’ın doğum günü olan 13 Eylül’ü de kapsayan bir Schumann Festivali düzenliyor.

 

Buradan ayrılıp, Leipzig’i ziyaret sebebimiz olan Gustav Mahler’in, şehrin öbür ucundaki Gustav Adolf Caddesi üzerinde bulunan,1886-88 yılları arasında yaşadığı eve doğru yola çıkıyoruz. Mahler’in 1886 Nisanında Prag’ı terk edip yerleştiği ve 1888 Mayısında ayrıldığı Leipzig’de yaşadığı evin binasının muhafaza edilmekle birlikte el değiştirdiğini biliyordum ama spritüel bir hareketin genel merkez binasına dönüştürüldüğünü görünce hayli şaşırdım. Mahler burada yaşarken, hem bir yandan Leipzig Operası’nda insanüstü bir gayretle orkestra şefi olarak çalışmış hem de Birinci Senfoni’sini bestelemenin yanısıra Weber’in yarım kalan Die Drei Pintos operasını tamamlamıştı.

 

Akşama doğru, Festivalin heyecanla beklenen konserlerinden birini daha beklemeye koyulduk. Kubelik’ten Jansons’a uzanan çizgide, harika bir Mahler geleneğine sahip Bavyera Radyo Senfoni’yi, podyumun harika çocuklarından Yannick Nézet Séguin yönetiminde, “Mahler’in Külkedisi” diye bilinen 7. Senfoni’de dinleyecektik. Mahler’in en çok sevdiğini söylediği bu senfonisinin kitlelerin gözünde diğer senfonileri kadar sükse yaptığı söylenemez. Nézet Séguin, son olarak Philadelphia Orkestrası’nın başına getirilen, 36 yaşında cıva gibi bir şef. Çok üst düzey bir yönetim sergiledi o akşam. Orkestra da akşam sahneye birkaç önemli rahlesi eksik çıkmış olsa dahi baştan sona iyiydi. İki Nachtmusik (gece müziği) ve aralarındaki orta bölümde sergilenen detaylar çok iyi duyuldu. Aramızdan, konser bitiminde ayağa fırlayıp çılgınca alkışlayanların içinde, bu yorumu dinledikten sonra 7’incinin favori Mahler senfonilerine dönüştüğünü söyleyenler bile çıktı. Nézet Séguin alkışları kabul ettiği sırada sergilediği mütevazı ve sempatik tavırlarıyla da dikkati çekti. İsmini bir iki yıl içinde daha çok duyacağız.

22 Mayıs Pazar

Birinci turun bitmesine yakın Leipzig’in havası daha da ısınıyor. İlk gün bizi karşılayan sevimsiz hava yerini güneşli günlere bırakacak gibi gözüküyor. Bugün Pazar olmasından dolayı iki konser var. Kahvaltının ardından, aynı otelde kaldığımız “dünyanın en iyi orkestrası”nın üyeleriyle birlikte karşı kaldırımdaki Gewandhaus’a doğru erkenden yola çıkıyoruz. Bu sabah herkeste farklı bir heyecan var çünkü Amsterdam Kraliyet Concertgebouw Orkestrası, saat 11’de Fabio Luisi yönetiminde Mahler’in Yeryüzü Şarkısı (Das Lied von der Erde) adlı ilginç eserini yorumlayacak. İlginç çünkü yapı itibariyle Mahler’in önceki eserlerine benzemiyor. Ne senfoni, ne de şarkı dizisi; adeta bir şarkılı senfoni… Mahler’in Beethoven, Schubert, Bruckner örneklerinden ürküp, onlar gibi dokuz senfoniyi asla aşamayacağı düşüncesiyle, 9. Senfonisinden önce yazmış olmasına rağmen, bu eserine numara koymayıp isim vermeyi tercih ettiği bilinir. Ama kaderden kaçış yoktur, Mahler de er veya geç 9’uncuyu aşamayan büyük besteciler kervanına katılacaktır.

Fuaye yine ağzına kadar dolu. Pazar sabahı olmasından dolayı, Leipzig halkı giyim kuşam konusunda biraz daha rahat bugün. Kaldı ki festival atmosferinden olsa gerek, bu şehirde sezon konserlerinde gözlemlenen giyim kuşam ciddiyeti, yerini biraz daha rahat bir anlayışa bırakmış. Bu ortamın oluşmasında festivalin uluslararası izleyici kitlesinin de rolü büyük. Öyle büyük bir çekim merkezi haline gelmişti ki Leipzig festival süresince, dünyanın farklı bölgelerinden gelen Mahleryenler ile tanıştım. Mauritius’tan da gelmişti, Hawai’den de…

Concertgebouw konserde ilk eser olarak Mahler’in Todtenfeier (Cenaze Ayinleri) adlı senfonik bölümünü seslendirdi. Bu bölüm, 2. Senfoni’nin ilk tasarlanmış birinci bölümünden başkası değil. Mahler tarafından revizyona uğradıktan sonra kendi başına bir senfonik bölüm olarak varlığını bugüne kadar sürdürmeyi başarmış. Mahler’in Leipzig’ten ayrıldıktan hemen sonra 1888’de bestelediği bu ilk bölümü Hamburg’da görev yaparken dinlettiği dönemin ünlü orkestra şefi Hans von Bülow’un gösterdiği olumsuz tepki meşhurdur. Aradan sonra, bestecimizin Yeryüzü Şarkısı adlı eserini dinlemeye koyulduk. Hans Bethge’nin, çevirilerini yapıp, Çin Flütü adlı derlemesine koyduğu 6 eski Çin şiiri üzerine bestelenen bu eser, Mahler’in, kaderin iki ölümcül darbesinin ardından bir üçüncü darbeyle “neredeyse” yere yıkıldığı zor bir döneminde bestelenmiş olmasıyla, bestecinin ölüm, veda gibi kadim meselelerini yürek burkan biçimde işlediği bir başka önemli eseri. O sabah şef podyumuna çıkan İtalyan şef Fabio Luisi, tesadüfe bakın ki, ilk iki gün izlediğimiz Dresden ve MDR orkestralarının eski müzik direktörüydü. Şimdilerde, Levine’in ardından Metropolitan’ın başına geçeceği konuşulan Luisi, tenor Robert Dean Smith ve kontralto Anna Larsson gibi iki seçkin solistini genellikle bastıran bir yönetim sergiledi. Bu konserde yerimiz kontrbas grubunun üstünde ve solistlerin arkasında olunca, orkestra da böylesine güçlü tınlayınca, Smith ve Larsson’u duyabilmek mümkün olmadı. Sahne üstündeki koltukların Gewandhaus’un üstün akustiğinden paylarına düşeni görece az aldıklarını da böylece öğrenmiş olduk.

Konserin ardından, Leipzig’in ara sokaklarından birinde, masalarını sokağa yaymış, lüks değil ama şık bir restorana oturduk tur liderimiz İlknur Akman ile. Niyetimiz, Akman’ın önerisi üzerine, yılın bu mevsiminde, Almanya’nın her köşesinde çılgınlar gibi tüketilen beyaz kuşkonmazın (spargel) içine katıldığı makarnadan yemek. Her zamanki gibi standardı yüksek bir Alman yemeğini hakladıktan sonra, İknur’dan ayrıldım. Ayşe Hanım’a birlikte Schumann Evi’ne giderken önünden geçtiğimiz ama büyüklüğünden ürküp gezmeyi sonraya sakladığımız Grassi Müzik Çalgıları Müzesi’ne doğru yola çıktım. Ayşe Hanım’la birlikte İstanbul Opera Orkestrası flüt sanatçısı Güneş Uras Eseryel ve eşi de katılacaktı müze gezisine. Johannisplatz’da bulunan Grassi Müzesi, Avrupa’nın en büyük ikinci müzik çalgıları müzesi olarak ün yapmış. Leipzig gibi bir “müzik şehri”ne de doğrusu böylesi iddialı bir müze yakışırdı hani! Grassi’nin geçmişi, Paul de Wit adlı bir Hollandalı tarafından, bugün Bach Müzesi olarak kullanılan Bose Evi’nde 1886 yılında açılan ilk çalgı müzesine kadar gidiyor. 1905 yılında Köln’e satılan koleksiyon 21 yıl sonra Leipzig Üniversitesi tarafından satın alınarak yeniden şehre getirilmiş. Nihayet 30 Mayıs 1929 tarihinde, yeni açılan Grassi kompleksinin kuzey kanadına kurulan müzeye yerleştirilmiş koleksiyon. Grassi’nin envanterinde bulunan en önemli parçalar arasında, Domenicus Pisaurensis yapımı, 1543 tarihli en eski klavikord ve Bartolomeo Cristofori yapımı, 1726 tarihli en eski fortepiyano da bulunuyor. Grassi’nin saymakla bitmeyecek hazinelerini layıkıyla gezebilmek için ayırdığım sürenin sonuna gelince bir de baktım ki müzenin henüz, barok öncesi ve sonrası dönemlerin envai türlü çalgısının sergilendiği bir kanadını gezebilmişim. Sonraki dönemlerin ürünlerinin sergilendiği diğer kanadını ise bir sonraki Leipzig gezime bırakmak zorunda kalacaktım.

 

Gewandhaus sahnesinin pazar akşamki konuğu, Valery Gergiev yönetimindeki Londra Senfoni Orkestrası olacaktı. Biletleri günler öncesinden tükenenler arasında yer alan bu konsere bunca ilgi gösterilmesinin iki sebebi vardı sanırım: Her daim popüler 1. Senfoni’nin çalınacak olması ve Gergiev faktörü. Gergiev, başında olduğu Londra Senfoni’yi, bir numara olduğu Rus repertuvarı dışında bu aralar sıklıkla Mahler senfonilerinde de yönetiyor ve LSO Live’den peyderpey kayıtlarını çıkarıyor. Gergiev konserin ilk yarısında, Mahler’in 10. Senfonisinden Adagio bölümünü yönetti; son derece silik, akılda kalıcılığı olmayan bir yorumdu. Titan başlıklı, Mahler’in Leipzig günlerinden kalma 1. Senfoni yorumu çok daha başarılıydı ama son tahlilde Gergiev’in, Mahler’i, Rus stili etkisinden kurtulamadan yönettiğinin aşikâr olduğu söylenebilir. Bu arada Londra Senfoni’nin mükemmel bir orkestra olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik diyebilirim. Öte yandan, Gergiev gibi tecrübeli bir şefin, gözünü bir an bile partisyondan ayıramaması da gözlerden hiç kaçmadı.

23 Mayıs Pazartesi

 

Bugün önemli bir gün zira hem Fest Travel misafirlerinden birinci tura katılanları uğurlayıp ikinci tura katılanları karşılayacağız hem de akşam New York Filarmoni’nin konseri var; yeni şefleri Alan Gilbert yönetiminde 5. Senfoniyi ve Kindertotenlieder’i onlardan dinleyeceğiz. New York Filarmoni konserinin de biletleri günler öncesinden bitmiş. Bu ilgi de pek şaşırtıcı değil çünkü New York Filarmoni, “Mahler’i sevdiren adam” Leonard Bernstein’in orkestrasıydı ve Bernstein’in en unutulmaz Mahler icralarından biri de New York ile yaptığı 5. Senfoni kaydıydı. Konseri çekici kılan bir diğer unsur da yılların Mahler yorumcusu, bariton Thomas Hampson’dan Kindertotenlieder dinleyecek olmamızdı. Ellerinde “suche karte” (bilet arıyorum) yazan kâğıtlar tutanların arasından geçip kendimi attım salona. Gewandhaus’ta bugüne kadar oturabildiğim en iyi koltuğa oturacak olmanın tatlı heyecanı da var üzerimde. Yerim, salonun birinci balkonundaki üçüncü sıranın tam ortası. Sesleri Ve işte Thomas Hampson... Mahler şarkılarının yaşayan en usta yorumcularından biri diyebiliriz rahatlıkla ona. Diskoteğimin en nadide kayıtlarından biri olarak hâlâ durur, Hampson’un Bernstein yönetimindeki Viyana Filarmoni Orkestrası eşliğinde söylediği Kindertotenlieder… Yılların deneyimiyle yoğrulmuş sesi ve icrası, aynı yıllara meydan okuyan görkemli fiziğiyle her zamanki etkileyici sahne duruşuyla Hampson çıktı sahneye. Hayli yoğun bir kariyerin yıprattığı sesi, tizlerde doğaldır ki zorlanıyor ama orta tonlarda hâlâ alıştığımız güzelliğini koruyor; yorumu ise zamanla daha da bir derinlik kazanmış. İkinci yarının başında bir de baktım, iki sıra önümdeki koltuğa oturmuş 5. Senfoniyi dinlemeye hazırlanıyor! New York Filarmoni geneli itibariyle çok üst düzeyde bir 5. Senfoni icrası dinletti o akşam. Eserde büyük sorumluluğa sahip birinci kornocu Philip Meyers kusursuz bir performans sundu. Bakır nefeslilerin görkemi neydi öyle! Kabul etmeli ki, kıta Avrupa’sı insanının beğenisi için fazlasıyla “bakır yoğun” bir “gösteriydi” o akşam sahnede sergilenen. Oturduğum koltuktan dolayı sahnenin tam karşısına konumlandığım için korno, trompet ve trombon topluluğunun “ablukası altına girdim” deyiş yerindeyse.

Konserin ardından, Grimmaische Caddesi üzerinde bulunan Auerbachs Keller adlı ünlü lokantanın yolunu tutuyoruz, burada kaldığımız birkaç gece boyunca yapacağımız gibi. Burası, kuruluşu 1525 yılına kadar uzanan, Goethe’nin 1760’lı yıllarda sıkça ziyaret edip Faust’u yazmaya başladığı bilinen, dünyanın belki de en meşhur mahzen lokantası.

 

Bir sonraki gün, Fest Travel’in Mahler turlarının ikincisi başlayacak. Yeni misafirlerle birlikte büyük bestecinin senfonilerini Gewandhaus’un harika ortamında dinlemeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Önümüzdeki sayıda, Leipzig anılarının kalan bölümünde buluşmak dileğiyle, şimdilik hoşçakalın…

 


Andante Dergisi / S. 58
01 Haziran 2011-Serhan Bali

Kişiye Özel Geziler

Size Özel Turlar

Hayalinizdeki geziyi sayfamızda bulamadınız mı?

Hayallerinizdeki Geziyi, Hayallerinizin Ötesinde Yaşayın!

Nasıl bir program istediğinizi söyleyin, size hayallerinizdeki geziyi tasarlayalım, siz dünyayı nasıl görmek isterseniz öyle bir rotayla; herkes için değil sizin tercihleriniz, sizin hayalleriniz, sizin maceranız için

Gemi Gezileri
Makaleler
Fest Travel
Fest Travel Instagram
Fest Travel Youtube
Fest Travel Twitter
Fest Travel Facebook
Çalışma Saatleri
Pazartesi - Cuma : 08.30 - 18.00

Mesai saatleri dışında bize ulaşmak için [email protected] adresimize yazabilir ya da 0 850 622 33 78 no’lu telefonu arayabilirsiniz.
Barbaros Bulvarı, Barbaros Apt. No.74 K.7 D. 18-19 PK.34349 Balmumcu, Beşiktaş-İstanbul / Türkiye

Tel: 0 850 622 33 78
Faks: 0 212 216 10 30
E-Posta: [email protected]