Daha önce İsveç, Norveç, Finlandiya’nın kuzey bölgelerini, buz ve ateş ülkesi İzlanda’yı gezmiş ve çok heyecanlanmıştım. Yıllardır farklı ortamlarda edindiğim Kuzey Kutbu bilgilerim yeni deneyimlerle zenginleşmişti. Hem güney, hem de kuzey kutuplarının keşif maceralarında bulunmuş biricik tekne olan Fram’ı Oslo’daki özel müzesinde gezerken insanoğluna saygım artmıştı.
2013 yılında 74.-81. kuzey enlemleri arasında bulunan Norveç’in en kuzeyinden 900 km uzaklıktaki Svalbard takımadası çevresinde bir buzkıran gemiyle 81,5 kuzey enlemine gittim. Gidiş ve dönüşte Kuzey Kutup Dairesi’nin bitki örtüsü ve hayvan topluluğunu gözlemledim. Ama buzkıran gemimiz 81,5 dereceden sonra buzları kıramaz oldu. İşte orada 81 derece enleminin kuzeyi iyice aklıma düştü.
Daha kuzeyde ne vardı? Yüzyıllarca insanları oraya çeken gizem neydi? Tam Kuzey Kutbu noktasında bulunmak nasıl bir histi? 90 dereceye, dünyanın en tepesine ayak basabilir miydim? İlkokuldan itibaren ünlü kutup kâşiflerinin, Franklin’in, Nansen’ın, Amundsen’in, Cook’un kahramanlık ve dram öykülerini okumuştum. Nasıl bir dürtüyle, o zorlu, ölümcül keşif heyecanıyla yollara düşmüşlerdi? Onlardaki gizemin peşinden gitme dürtüsü ve bilinmeyene duyulan merak beni de heyecanlandırmıştı. Ve sonunda geçtiğimiz ay, Türkiye’den giden ilk grup olarak Kuzey Kutbu’na ayak bastık.
Kuzey’in Doğal Limanı: Murmansk
“Kuzey Kutbu 90 Derece” gezisi için önce Moskova’ya, oradan da nükleer buzkıran gemisine bineceğimiz Murmansk’a uçtuk. Sabahın köründe 69 derece enleminde bulunan Murmansk’ta batmayan güneşi yakaladık. Kuzey Kutbu’nda hiç batmayan güneşe alışmalıydık.
Öğle sonrasında gemiye ilişkin bir bilgilendirme yapıldı. Gezinin lideri Jan Byrde ile tanıştık. Daha önce 120 kez Antarktika’ya, 28 kere Kuzey Kutbu’na gitmiş. Yerel rehberlerle dünyada yüzlerce yer dolaştım, Byrde şimdiye kadar gördüğüm en başarılı gezi rehberi. Dört kol çengi, müthiş bir animatör, çok iyi bir şantör, mükemmel bir dansçı, iyi bir eğitimci. Sürekli pozitif enerji saçıyor.
Gemiye giderken Murmansk kentini gördük. Geçen yıl kuruluşunun 100. yılını kutlayan kent, Gulf Stream sıcak su akıntısı nedeniyle kışın donmayan bir kuzey kenti. Kış karanlığında Kuzey Işıkları (Aurora Borealis), yaz aydınlığında Geceyarısı Güneşi’yle ünlü.
1920’de Kızıllara karşı savaşan Beyazları destekleyen İngilizlerce işgal edilen bu kentte savaşan Rus göçmeni Ernest Beaux, yıllar sonra Chanel No.5’i piyasaya sürdüğünde, tasarımına ilham verenin Murmansk çevresindeki karla kaplı güzelim manzaranın yarattığı gizem olduğunu söyleyecekti.
Kent ayrıca, Greenpeace hareketinin “Arctic Sunrise” adlı tekneyle Kuzey Kutbu’ndaki petrol arama faaliyetlerini protestosu sırasında Rusların gösterdiği sert tepki nedeniyle de dünya gündemine düşecekti.
Güzel Sanatlar, Bölgesel Araştırmalar, dünyanın ilk nükleer buzkıranı olan Lenin Buzkıranı müzeleri, gezilecek yerlerin başında geliyor. Murmansk tepelerine ise Alyoşa heykeli damgasını vuruyor. 35 metre yüksekliğindeki granit heykel, II. Dünya Savaşı sırasında şehit olan Kuzey Kutuplu askerlerin anısına 1974’te dikilmiş.
Bizi Kuzey Kutbu’na götürecek olan “Zaferin 50. Yılı” adlı nükleer buzkırana binişimiz bir âlem. Gemi gerçekte bir turizm kruvaziyeri değil. Üzerinde de yazdığı gibi “Rus atom filosu”nun parçası olan askeri bir gemi. Yılın üç aylık yaz sezonunda ise gezginleri Kuzey Kutbu’na taşıyor.
Gemi, Rus atom filosunun limanında demirliydi. Daha limana gelmeden fotoğraf yasağı başladı. Çok ciddi bir kimlik ve güvenlik kontrolünden sonra gemiye alındık. Kamaralarımız gösterildi. Geç bir öğle yemeğinden sonra geminin hediyesi kırmızı parkalar dağıtıldı.
Ve Gemi Gidiyor
Akşamüzeri 6’da gemi iki küçük römorkörün kılavuzluğunda limandan çekildi. Sefer başladı. Limana bakarken aklıma ünlü kâşif Nansen’ın Fram teknesiyle Norveç’in kuzeyindeki Vardo limanından sefere başlaması düştü. Sonra da Federico Fellini ve E la Nave Va.
Nükleer buzkıranın yanaştığı liman yaklaşık 60 km uzunluğundaki Kola fiyordunda yer alıyor. Çok korunaklı, güzel bir fiyort. Kenar tepelerinde hâlâ yer yer buzlar var.
Bir süre sonra açık denize çıktık. Franz Josef Toprakları’na kadar önümüzde neredeyse iki tam günde katedeceğimiz yaklaşık bin 100 km’lik bir yol vardı.
Açık denize çıkınca geminin 150 kişilik çok işlevli arka salonunda kaptan ve heyeti bir kokteyl verdi. Böylece kaptanla tanıştık. 10 yıldır gemiyi yöneten Dimitriy Lobusov, dünyanın en büyük nükleer buzkıranını, dünyanın en güçlü gemilerinden birini sevk ve idare eden bir uzman olarak çok özel biri.
Akşam yemeği muhteşemdi. Antreler, salatalar, meyveler büfede sunulurken “Okyanus”, “Kâşif”, “Vejetaryen” başlıkları altında ana yemek ve tatlı tercihleri soruluyordu. Bu konuya bir daha dönmemek üzere belirteyim: Buzkıranın yemekleri hiçbir şeyi beğenmez bir “gurme”nin sofrasına uygundu. Otel ve lokanta müdürü olarak tanıtılan Avusturya kökenli Karl-Heinz Iborg’un uluslararası ekibi harikalar yaratıyordu. 11 gün boyunca hiçbir yere uğrayamayan gemide depodaki ürünlerle olağanüstü servis yaptılar.
Yemeklerin ve tatlıların bir tasarım sanatı çerçevesindeki sunumu, başta deniz ürünleri olmak üzere malzemenin kalitesi şaşırtıcıydı. Şarap listesi akıl almaz derecede zengindi. Tüm dünyanın şarapları, nedense Amerikan şarapları dışında, servis ediliyordu. Ama en unutulmazı, lokanta personelinin bir duyduğunu iki etmeyen içtenlikli, güleryüzlü koşuşturmasıydı.
Jan’ın söylediğine göre gemide gezgin ve çalışan olarak 27 ülkeden insan vardı. Toplam 123 gezginin üçte ikisinden fazlası Çinli’ydi. 20 kadar Alman ve Avusturyalı, 20 kadar Rus vardı. 6 Hintli, 1 İranlı, 10 kadar Yeni Zelandalı ve Avustralyalı da konuklar arasındaydı.
“Zaferin 50.Yılı” (50 Let Pobedy) adlı gemi, Rusya’nın II. Dünya Savaşı sonundaki zaferinin 50. yılı olan 1995’te kullanılmak üzere tasarlanmış. Ancak ilk kez 2007’de kullanılabilmiş. Dünyanın en güçlü nükleer buzkıranı 160 m boyunda, 30 m eninde, 26.500 ton ağırlığında.
İkinci kaptanlardan bir makine mühendisi, özel bir “Makine Dairesi Gezisi” yaparak bize tüm makineleri gösterdi. Sadece nükleer reaktörlere yanaştırmadı. Fotoğraf çekmemize izin verdi. Kaptan köşkü ise 24 saat gezginlere açıktı.
Geminin gözlem için çok güçlü dürbünleri var. 4 nükleer reaktör sayesinde 76.500 beygir gücüne sahip. Açık denizde 40 km, buzlu suda 11 km hız yapabiliyor. 5 m kalınlığındaki deniz buzlarını kırabiliyor.
Mürettebat, 140 kişi. Maksimum konuk sayısı 124. Gemide bir helikopter ve pisti, bir büyük salon, geniş bir lokanta, bar, kütüphane salonu, içinde aletler bulunan bir jimnastik odası, voleybol sahası, sauna, sıcak deniz sulu havuz, 8 bot ve farklı açık güverte mekânları bulunuyor. Gemide sürekli bir faaliyet var: Bilimsel seminerler, fotoğrafçılık, elişleri, suluboya, çamur, resim kursları, Tai-chi seansları, jimnastik, pasta-çay partileri, bar söyleşileri, satranç, tavla oyunları, yemek sonrasında film gösterisi ve barda canlı müzik…
Gemide kablosuz ağ bağlantısı yok. Gezi tam bir elektronik detoks. Gerçekten de 11 günlük bir “büyük mutluluk” yaşadık. Herkes cep telefonlarına dalmak yerine, eskiden olduğu gibi birbiriyle konuşuyordu. İsteyenler ücret karşılığında geminin uydu telefonuyla evlerini aradı.
Kuzey Kutbu’na en yakın toprak parçası Grönland’ın kuzeyindeki Kaffeklubben adası, kutba 700 km uzaklıkta. İnsan bulunduran en yakın sürekli yerleşim yeri olan Kanada’daki Alert, 817 km’lik mesafede. Kuzey Kutbu da Güney Kutbu gibi “kimseye ait olmayan” yerlerden. Kuzey Kutup Denizi ve altındaki zenginliklerle birçok ülke ilgileniyor. Ama beş ülke ABD, Kanada, Danimarka, (Grönland’dan dolayı), Norveç ve Rusya Federasyonu Kuzey Kutbu’na sahip olmak için açık bir mücadele sürdürüyor. Rusya 2011’de tam Kuzey Kutbu’nun altındaki deniz dibine paslanmaz titanyumdan bir bayrak dikti.
Kuzey ve Güney Kutupları Arasındaki Fark
Oğlum Ferhat Pekin bir vakıf üniversitesinde İngilizce hukuk dersi veriyor. Ders konusu, kutuplara ilişkin olarak “terra nullius” (herhangi bir devletin egemenliğinde olmayan topraklar) olduğunda, sınıfa sormuş: “Kuzey Kutbu’yla Güney Kutbu arasında ne fark var?” Bir öğrenci “Güneyde penguen var, kuzeyde yok,” demiş. Doğru, ama yeterli değil. “Kuzeyde kutup ayısı var, güneyde penguen,” ya da “Kuzeyde Eskimo var, güneyde yok,” da diyebilirdi.
Güney Kutbu, bugün dünyanın 7 kıtasından biri kabul edilen Antarktika adlı kara parçasının üzerinde. Kuzey Kutbu ise derinliği 4.261 metre olan denizin üzerindeki bir buzul parçasında. Buzullar tamamen eridiğinde Kuzey Kutbu açık denizdeki bir nokta olarak kalacak.
Gemide her gün uzmanlar tarafından birer saat süren bilgilendirme toplantıları yapılıyor. Ele alınan konular arasında şunlar var: Arktik Kuşlar, Kutup Ayıları, Franz Josef Topraklarının Jeolojisi, Arktik Deniz Ekosistemi, Fram Gemisinin 1893 Ekspedisyonu, Göçmen Hayvanların Göç Yolları, Kuzey Kutbu… Bunlar yolculuğu algılamamızda gerçekten çok faydalı oldu.
Dünyanın kuzeyinde ve güneyinde Ekvator’a paralel olarak geçtiğini düşündüğümüz enlemler ve Kuzey Kutbu’ndan Güney Kutbu’na Ekvator’u diklemesine kesen boylamlar, derece (°), dakika (’) ve saniyelerle (’’) ölçülüyor. Enlemlerin uzaklık ölçümlerinde deniz mili (1 deniz mili = 1,852 km) kullanılıyor. 1 enlem derecesi 60 deniz miline tekabül ediyor. Biz gemiye 69 derece enlemindeki Murmansk’dan binip 90° enlemine vardık; yani 21 derece yol aldık, kısaca 21 x 60 x 1,852 = 2.334 km. Dönerken Franz Josef Toprakları’ndaki adalar etrafında dolaşmamızı da dikkate alırsak 11 günlük bu gezimizde yaklaşık 4 bin 700 km yol yaptık.
Kuzey Kutup Dairesi 66° 33’ 39” enleminden geçer; onun kuzeyinde kalan bölge Kuzey Kutup Bölgesi olarak adlandırılır ve 27 milyon km2’lik bir alanı kaplar. Ancak bu konularda başka tanımlar da vardır.
Arktik kelimesi Yunanca ayı anlamına gelen arktos’tan türemiş. Yunanca arktikos “ayı takımyıldızıyla ilgili” demektir. Yalnızca kuzey yarıküreden görülebilen Büyükayı takımyıldızı (Ursa Major) ve Kuzey Yıldızı’yla birlikte Küçükayı takımyıldızı (Ursa Minor) insanoğlunu yeryüzünde dolaşmaya başladığı ilk günlerden beri çok ilgilendirmiştir.
Kallisto efsanesiyle mitolojide yerini alan ayı da çok özel bir hayvan.
Kutup Ayılarıyla Tanışma
Adını 16. yüzyıl’ın Hollandalı denizcisi ve kâşifinden alan Barents Denizi oldukça sakin. Uzmanlara göre bazen çok şiddetli dalgalar, nükleer buzkıranı bile çok kötü sallarmış. 76 derece enleminden sonra hafif dalgalı mavi denizde beyaz deniz buzu parçaları görünmeye başladı. Manzaramız birdenbire başkalaştı. Hava da soğumaya başladı. Barents zamanında acaba haziran ayında buzlar nerede başlardı ya da 100 yıl, 50 yıl önce?
Geminin ekspedisyon lideri özel bir şeye bakmamız gerektiğinde her yerden duyulan anonslar yapıyor: “Saat 2 yönünde ayı var”, “saat 11 yönünde bir balina göründü”. Onlar gelmekte olanı, geminin ileri teknolojili aygıtları ve dürbünlerle önceden görüyorlar. Parkaları giyip kameralarla dışarı fırlamak için yeterli zaman kalıyor.
Üçüncü günün sabahında ilk ayı anonsu yapıldı. “81 Derece Kuzey Kutbu” gezisinde çok kutup ayısı görmüş biri olarak hemen güverteye koşmadım. Biraz ağırdan alarak Kaptan Köşkü’ne çıktım. Neredeyse eksiksiz tüm yolcular güvertedeydi. Haklılar, biraz da kutup ayısını görmek için bu geziye katılmışlardı. Kaptan Köprüsü’ndeki elektronik sayaç 78,5 enlemini gösteriyordu. Ama gördüğüm ayı Svalbard çevresinde gördüklerimden daha iriydi.
Yalnızca arktik bölgede yaşayan, bu nedenle “özel” bir hayvan olan, gücün, cesaretin sembolü, maddi dünyayla öbür dünya arasında kılavuz kabul edilen kutup ayıları Kuzey dünyasının, Kuzey Kutbu’nun kralı. Sonunda tüm gemi yolcuları onunla tanıştı. Kuzeyin kralı, uçsuz bucaksız bir kar çölünde tek başına yuvarlanıyordu. İriliğine bakılırsa muhtemelen erkekti. İlk ayının heyecanını duyumsarken, bu kez analı-kızlı iki ayı daha gördük. Yavrunun dişi olduğunu nereden biliyoruz? Gemideki uzmanların yalancısıyım.
Erkek ayılar yazın avlanırken tek başlarına dolaşırmış. Dişileriyle sadece çiftleşmek için bir araya gelirmiş. Dişilerse çocuklarıyla dolaşıyor. Kahverengi ayılar kutup bölgesi koşullarına uyum gereği beyazlaşıyor, fiziksel yalıtım özellikleri, koku duygusu gelişiyor, giderek kılları artıyor, pençeleri ve ayakları büyüyor ve müthiş hızlı yüzebiliyor. Karada 35 km hızla koşabildiği, su altında 100 km’lik hıza ulaşabildiği biliniyor. Uydudan izlenen bir ayının 9 günde durmadan 690 km yüzdüğü saptanmış. Bir ayı karadan 320 km uzakta yüzerken görülmüş.
Ortalama yaşam süreleri 30 yıl. Ana yemekleri fok balığı. Hava almak için buzdaki soluklanma deliklerinden başlarını çıkaran fokları avlıyorlar. Ama aç kalınca bitki dâhil her şeyi yiyorlarmış. En büyük kara etoburu, en güçlü avcı memelilerden biri. Evi deniz buzu. Kışın buz ininde dinlenir, kış uykusuna yatmaz. Yazın, kışın gerekli olan yağ kalınlığına ulaşması için sürekli avlanması gerekir. Bu nedenle hep hareket halinde. Ortalama 2,5 m boyunda, 500 kg ağırlıktadır. Erkekler arasında 900 kg’a kadar çıkanlar oluyormuş. Dişiler biraz daha ufak. Svalbard takımadası çevresindeki kutup ayıları da kuzeydekilere göre daha küçük. İlginç ama bu kocaman ayıların yavruları 700 gram olarak doğuyor. Kutup ayısı nüfusunun 25-30 bin olduğu varsayılıyor.
Kutup ayılarıyla tanıştıktan sonra, 80.-82. enlemler arasında yer alan Franz Josef Toprakları’na varıyoruz. Artık kutba çok yakınız.
Franz Josef Toprakları
80.-82. enlemler arasında yer alan Franz Josef Toprakları’na varıyoruz. Bir büyük takımada olan bu topraklar Murmansk-Kuzey Kutbu arasında göreceğimiz yegâne kara parçası. Üzeri yoğun buzul kaplı. Bu buzullar haziran-ağustos arasında biraz erir gibi oluyor, sonra tekrar donuyor.
Bu takımadada bizi ilgilendiren en önemli yer Rubini Kayalığı. Burası binlerce kutup sumrusu, değişik türlerde kutup martısı ve arktik pufla başta olmak üzere büyük bir kuş kolonisine yuva olan, kuşların denize sırtını dönük olarak yumurtalarının üzerine oturduğu bir yer. Binlerce kuşun çıkardığı yoğun ses, ünlü İtalyan tenoru Giovanni Battista Rubini’yi (1795-1954) andırdığı için 1895 yılında Kuzey Kutbu kâşiflerinden Frederick Jackson tarafından Rubini adı verilen ve bazalt sütunlardan oluşan bu kayalığın 100-150 milyon yaşında olduğu varsayılıyor.
Franz Josef Toprakları, 191 ada ve adacıktan oluşan bir takımada. 1873 yılında Tegethoff Ekspedisyonu’yla bulunmuş ve o zamanki Avusturya-Macaristan imparatoru Franz Josef’e adanmış. 1929’da Sovyetler Birliği bu takımadaya el koymuş. Rusya Federasyonu 2011 yılında ülkenin kuzeyindeki Novaya Zemliya (Yeni Yer) adasının kuzeyiyle birlikte Franz Josef Toprakları’nı “Arktik Ulusal Parkı” olarak ilan etti. Takımada ve çevresi deniz memelilerinin, kutup ayısının, morsların, fokların, balinaların, değişik türde kuzey balıklarının, kutup kuşlarının, kısacası arktik faunanın yuvası. Şu anda bir avuç Rus görevli dışında üzerinde kimse yaşamıyor. Dünyanın en uzaklardaki, ıssız, vahşi yaşam alanı.
Rubini Kayalığı’nda yumurtaya yatmış binlerce kuş hayvanlar göçünü anımsatıyor. Kuzeyde mayıs ve haziranda havalar ısınıyor. Yüz binlerce sinek, böcek ve onları izleyen kuşlar kuzeye, kutba akın etmeye başlıyor. Deniz memelileri, büyük, küçük herkes kısa yaz günlerinde yeni gıdalar bulmak için yollarda. Sonra kış gelecek, çoğu güneye gidecek. Uzmanlar kuzey sumrusunun bir tek gidiş-gelişte 40 bin km yol katederek göç ettiğini söylüyor.
Beşinci gün donmuş buz okyanusu üzerinde helikopterle uçuyoruz. Helikopterden gemimizin fotoğrafını çekiyoruz. Ardından bir balina görüyoruz.
Artık uçsuz bucaksız, bembeyaz buz çölündeyiz. Güneş bulutlardan kurtulunca her yer pırıl pırıl. “Ay yüzü şekilli”, “gerçeküstü güzellik” gibi tanımlar vardır. Bu tanımlar burada yetersiz kalıyor. Donmuş bir arktik okyanusun karşısındayız. Olağanüstü bir sonsuzluk ve derinlik… Yıllar önce ilk Trans-Sibirya Ekspresi gezimde tren penceresinden Sibirya’ya baktığımda da o sonsuzluk ve derinlik hissini tatmıştım.
Kuzey Kutbu’nda olma duygusu müthiş heyecan veriyor. Ama oraya varabilme, yol heyecanı da ondan az değil. Bu nedenle kutuplara bir uçakla ya da helikopterle inmek aynı tadı vermiyor olsa gerek. Kuzey Kutbu’na gitmek için bu buz denizini mutlaka yaşamak gerekir.
Geminin buzlarla dansı, devasa buz kütleleriyle mücadelesi akıl almaz. Buzlar açılıyor, gemi geçtikten biraz sonra tekrar kapanıyor, soğuk rüzgârla birlikte yeniden birleşiyor.
90 Derecede Olmak
Gezimizin altıncı gününde Kuzey Kutbu 90 dereceye varıyoruz: 90° 00’ 000”. Nükleer buzkıranın ön güvertesinde resmi tören var. Müzikle birlikte şampanya kadehleri kaldırılıyor. Kaptan Köprüsü’nden ünlü fotoğraf çekiliyor. Heyecan ve coşku dorukta. Artık Kuzey Kutbu’ndayız.
Nükleer buzkıran buza demir atıyor. Merdivenlerden inerek 90 dereceye ayak basıyoruz. Müthiş bir sevinç. Kuzey Kutbu 90 Derece levhası etrafında klasik dairesel fotoğraf çekiliyor. Kuzey Kutbu 90 derecede suya girme fikrini aklına takanlar suya giriyorlar. Suya girenler arkalarından bağlanıyor. Giren hemen çıkıyor zaten. Kişisel fotoğraflar ya da “selfie”ler çekmek için Kuzey Kutbu 90 Derece levhası etrafında yoğun bir kuyruk oluşuyor. Daha sonra bir grup, yaklaşık bir saatlik yürüyüşe çıkıyor.
Kuzey Kutbu 90 derecede olmak, Kuzey Kutbu 90 dereceye ayak basmak, oraya bayrak dikmek, dünyanın tepesinde dolaşmak, orada yürüyüş yapmak insanın yaşamında bir kere tadabileceği bir mutluluk. Olağanüstü bir deneyim... Bir yıl, bir saat, bir dakika öncesine göre artık farklı insanlarız. Türkiye’den Kuzey Kutbu 90 dereceye ayak basan ilk grup olarak fotoğraf çektiriyoruz.
Dünyanın altı-üstü diye bir şey yok. Ama biz yine de Kuzey Kutbu 90 dereceyi dünyanın tepesi olarak kabul ediyoruz. Alışkanlıklarımız, dünyaya bakışımız öyle. Hemen can alıcı bir soru: Kuzey Kutbu 90 derecede saat kaçtır? Dünyanın tepesinde tüm boylamlar bir noktaya dönüştüğünden 90 derecede zaman kavramı yok. Zamansızlık var. O da başka bir duygu. Soruya cevap veren uzmanlar, “Hangi ülkeden oraya gelmişseniz, o ülkenin saatini kullanın,” diyorlar.
Kuzey Kutbu’nda 6 ay kış, 6 ay yaz yaşanıyor. Güneş 20 Mart’ta doğup 21 Eylül’de batıyor. Her yer 24 saat aydınlık. Tam kutuptayken bir başka muzip soru sordu: “Peki, Kuzey Kutbu’nda oruç kaç saat tutulur?”
Küresel Isınma
Gece dönüş başladı. Kuzey Kutbu’na İngiliz Boğazı üzerinden gelmiştik. Dönüşte Franz Josef Toprakları’nın en kuzeyindeki Rudolf Adası’na doğru gitmeye başladık. O taraftaki buzlar çok kalındı. Gemi oldukça zorlandı. Seyir hızı zaman zaman saatte 1 km’ye kadar düştü. 26 bin 500 tonluk gemi titreme yapıyor, kırılan buzlar acayip sesler çıkarıyordu.
Kutup deniz suyu litrede 35 gram tuz içeriyor ve -1.8 °C’de donuyor. Buz, buzul diyoruz ama bunların onlarca farklı türü, adı ve tanımlanması var. Kuzey Kutbu, Güney Kutbu’na göre daha sıcak. Kuzey Kutbu yaz sıcaklık ortalaması 0 °C (Güney Kutbu, -26 °C), kış ortalaması -31 °C. Kuzey Kutup Dairesi’ndeki deniz buzları ortalama 2,5 metre kalınlığa kadar çıkıyor. Bazen 5-7 metre kalınlığında deniz buzları oluyormuş. Bu buz parçaları saatte 400 metrelik bir hızla hareket edebiliyorlarmış.
16.134 km2’lik alana sahip Franz Josef Toprakları’nın % 85’i buzullarla kaplı. Bu buzulların ortalama kalınlığı 180 metre. Tüm buzulların erimesi halinde deniz yüzeyinin 6 mm yükseleceği varsayılıyor. Kuzey Kutbu 1979 yılından bu yana bilimsel olarak inceleniyor. Ve bazı yıllar buzlanma artı olarak gerçekleşse bile, Kuzey Kutbu buz alanı küresel ısınma ve bazı diğer nedenlerden dolayı giderek hızla küçülüyor. Bu sonuç Kuzey Kutbu florasıyla faunasını doğrudan etkiliyor.
Kutuplar ekolojik denge açısından dünyanın en narin, en kırılgan yerleri. Müthiş bir hareket içindeki bu vahşi yaşamı yakından izleyince daha iyi anlıyorsunuz. Farkındalık artıyor. Kuzey Kutbu’na ayak basanların artık kafalarında oraya sahip çıkma, buzulları koruma diye bir sorunu var.
Kutup gezilerini yapan firmalar, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Kutup Ayıları Enternasyonali, Arktik Ekspedisyon Gemi Operatörleri Derneği (AECO) üyesi. Uluslararası vahşi yaşam ve sürdürebilir turizm kurallarına uymak zorundalar. Sık sık “Arkanda hiçbir şey bırakma, hiçbir yerden hiçbir şey alma, koparma, toplama,” kurallarını, vahşi yaşama sahip çıkma çağrılarını tekrarlıyorlar. Tanımak sevgiyi, sevgiyse sahiplenmeyi getiriyor.
Kötümserler, 2040 yılında Kuzey Kuzey Kutbu’nda yazın buz kalmayacak diyor. Ancak haziran ayı sonunda bile vahşi yaşam hâlâ korkutucu. Deneyimli rehberler, “Hiçbir Kuzey Kutbu gezisi birbirinin aynı olmuyor,” diyor. Gezi bugün bile önceden tahmin edilemeyen doğa koşullarına bağlı. Modern teknoloji birçok sorunu çözdü ama doğa hâlâ her şeyi belirliyor.
1873’te Franz Josef Toprakları’nı keşfeden Karl Weypricht ve Julius Payer’in anılarında yazdığı, “İnsan hayalini kurar, ama belirleyici olan buzdur,” sözü sevindirici biçimde bence hâlâ geçerli.
Arktik Bitki Örtüsü
Gezimizin sekizinci gününde toplam 6 kutup ayısı gördük. Birlikte dolaşırken bir buz deliği önünde fok beklemeye başlayan iki yavrulu dişi ayı bizi çok eğlendirdi. Kuzey Kutbu’nda iki mağrur yapıyla karşılaştım, biri kutup ayısı, diğeri nükleer buzkıran gemimiz. İkisi de oralarda dolaşırken, “Burası bizden sorulur,” havasındaydı.
Yeniden Franz Josef Toprakları’na geldiğimizde hem jeolojik yuvarlak taşlarıyla gizemli Champa Adası’nın buzuluna epey bir yaklaştık, hem de ikinci kez helikopterle buzul üzeri uçuş yaptık. Ardından botlarla Hooke Adası’nın Tikhaya (Rusça “sakin” anlamında) Körfezi olarak adlandırılan bölümüne çıktık. Botlarla adaya giderken mors, adadaysa kutup tilkisi gördük.
Burası 1914 yılında Rus kâşif Georgi Sedov’un kışladığı yer. Ruslar 1930-60 yılları arasında burada istasyon kurup incelemeler yapmışlar. II. Dünya Savaşı sırasında iletişim merkezi olarak kullanmışlar. Bugün körfez kıyısında varlığını sürdüren binalar o günlerin tanığı. Adaya yazın uğrayacak gezginler için bu binalardan biri müze, diğeri postane olarak kullanılıyor.
Franz Josef Toprakları içindeki adalar, kısa yaz dönemindeki buz erimelerine bağlı olarak arktik bitki örtüsünü incelemede esas yerler. Kutuplardaki yakıcı soğuk, güçlü ve sürekli rüzgârlar, ince topraklar, döllenmeyi sağlayacak böcek azlığı ve çok kısa yaz dönemi nedeniyle, burada ancak güçlü olan ya da kutup koşullarına kendini uyarlayabilen bitkiler ayakta kalıyor. Bunu en iyi becerenler, yosunlar ve likenler. Adalarda cesur ve dayanıklı çok değişik liken türleri görmek olası.
İnsanoğlunun Doğaya Karşı Zaferi
Kuzey Kutup bölgesine ilk yolculuğu, M.Ö. 4. yüzyılda Yunan Pytpheas’ın yaptığı kabul edilir. Esas keşifler 16. yüzyılda İpekyolu’na alternatif arayan, yeni ticaret yolları bulmayı amaçlayan Felemenkliler ve İngilizlerce başlatılır. Onları Ruslar izler. Derken devreye balina avcıları ve kürk tüccarları girer. Tüm milletlerden çok sayıda insan kıyıların ve denizyollarının haritalanması çabasına girişir. Kuzeydoğu ve kuzeybatı geçitleri keşfedilir, oraları yolgeçen hanı olur.
Barents, Bering, Çelyuşkin, Wrangel, J. Cook, Parry, Ross, Franklin, Hall, Nansen, Amundsen ilk akla gelen kâşifler. Ama çok sayıda insan keşif gezilerine katıldı. Bu gezilerin kimileri trajik sonla tamamlandı. Kimilerinin cesetlerine bile ulaşılamadı. Ama her seferinde insanoğlu biraz daha ilerledi.
Her keşif seferi inanılmaz öykülerle dolu. Örneğin Fram adlı efsanevi ahşap tekneyle 1893-96 arasında keşif gezilerini yapan Norveçli ünlü kâşif Fridtjof Nansen, gemisi buzlar yüzünden istediği yere gitmeyince köpekli kızaklarla Kuzey Kutbu’na varmak üzere 14 Mart 1895 günü gemisinden ayrılıyor (gemi 84° 14’te vardığından rekor kırıyor). Ancak 7 Nisan günü, 86° 14’ enlemindeyken (yeni bir rekor) kutba gidemeyeceklerini anlayıp Spitsbergen’e dönmek üzere rota değiştiriyor.
Ne yazık ki arkadaşı Johansen’le birlikte beyaz buz denizinde kayboluyorlar. Sonradan Franz Josef Toprakları’ndaki Jackson Adası’nda olduklarını öğrenecekler. Kendilerine yaptıkları ufacık bir kulübede mors ve foklarla beslenip yaşıyorlar. Orada yeni yıl partisi düzenliyorlar. Nansen 17 Haziran 1986 günü buzlarda dolaşırken birden karşısına bir adam çıkıyor, “Sen Nansen olmalısın, değil mi?” diye soruyor. O da “Evet, ben Nansen’ım,” diyor.
Nansen’ı orada bulan, adı sonradan Jackson Adası’na verilecek İngiliz denizci Frederick Jackson. Jackson’un Windward adlı teknesiyle 13 Ağustos’ta Norveç’in Vardo limanına dönüyorlar. Tesadüf bu ya, 5 gün sonra da, Nansen’ı beklemekten vazgeçip dönmeye karar veren Fram gemisinin Tromso limanına gelmekte olduğu haberini alıyorlar.
İki ABD’li kâşif Frederick A. Cook ile Robert E. Peary, 1907-09 yılları arasında Kuzey Kutbu’nu keşfettiklerini söylediler. Biraz tartışmalı da olsa resmi kayıtlarda Kuzey Kutbu’nun 1908 yılında Peary tarafından keşfedildiği yazılıdır. Bir hava aracının kutba ilk varışı ise 1926’da, 1912 yılında Güney Kutbu’nu keşfeden Roald Amundsen tarafından gerçekleştirilmiştir. Sonra değişik biçimlerde Kuzey Kutbu’na gidilmiştir.
Ancak bir geminin deniz yoluyla buzlar arasından Kuzey Kutbu’na varması çok geç bir tarihte, 1977 yılında, yani 40 yıl önce gerçekleştirilmiştir. Rusların ilk nükleer buzkıranı Arktika, Kuzey Kutbu’na 1977’de ulaşan ilk gemidir. Şimdiye kadar Kuzey Kutbu’na bizimki dâhil 128 gemi seferi yapılmış.
Kuzey Kutbu’nun kendine ait bir ışığı, bir büyüsü, bir gizemi var; herkesi kendine çeken. Yüzyıllarca, kendini yok eden ışığa koşan pervaneler misali, insanoğlu da kutba ulaşmaya çalıştı ve başardı. Bunu yeniden duyumsamak ve oraya ulaşmak bambaşka bir macera ve keşif duygusu yaşatıyor.