Fin şatosunda Opera Festivali


Avrupa’nın en kuzeyinde, Türkiye’nin yarısından biraz daha küçük bir yüzölçümünde, İsveç’e batıdan, Rusya’ya doğudan, Norveç’e ise kuzeyden komşu, güneyindeki Estonya’ya taş atımı mesafede, binlerce göl ve uçsuz bucaksız ormanla iç içe yaşayan 5,3 Milyon sessiz ve çekingen insanın ülkesi Finlandiya’daydım temmuz ayının son haftası. Ülkenin güneydoğusundaki binlerce göle ve sonsuzluğa uzanıyor hissi veren yemyeşil örtülere ev sahipliği yapan göller bölgesindeki Savonlinna şehrinde her yıl dünyanın en prestijli opera festivallerinden biri düzenleniyor. Ben de bu yıl 3 Temmuz ve 1 Ağustos günleri arasında düzenlenen bu festivali 23 ve 29 Temmuz günleri arasında izlemek üzere geldim daha önce ziyaret etmediğim bu ülkeye.

Savonlinna’ya Helsinki üzerinden, özel araba dışında uçak, tren veya otobüsle gidilebiliyor. Uçak diğerlerine kıyasla elbette daha pahalı olmakla birlikte bir saat tutan yolculuk süresiyle en pratik seçenek. Finncomm Havayolları’nın küçük uçaklarından biriyle Helsinki Vantaa Havaalanı’ndan kalktık ve kıvrılarak akan nehirlerin, kavuştukları göllerin ve onları çerçeve gibi saran yemyeşil örtülerin üzerinden geçerek Savonlinna’nın minicik havaalanına vardık. Havaalanı binasına girer girmez tanıdık bir ezgi çarptı kulağıma. Meğer bagajlarını bekleyen yolcular için bir mini resital hazırlanmış! Çok güzel sesli genç bir soprano, piyano eşliğinde Carmen’den “Habanera” söylüyordu. Arya biter bitmez salonda alkış koptu ve sanatçımız “Savonlinna Opera Festivali’ne hoşgeldiniz” dedi. “Ne güzel daha şimdiden operanın büyülü dünyasına giriverdik” diye düşündüğüm sırada Fin Havayolları’nın el çantamı Helsinki’de bıraktığını anlayıp gerçek dünyaya dönüverdim! (Neyse ki çantam iki gün sonra salimen elime ulaştı.)

Hem festivalin ana mekânı olan tarihi Olavinlinna Şatosu’na hem de şehrin, gölün kıyısında kurulmuş merkezine eşit uzaklıktaki küçük, şirin bir apartman dairesinde kalacaktım bir hafta boyunca. Ev sahibim her ayrıntıyı düşünmüştü. Tertemiz havlular, nevresimler, mutfak malzemeleri, ne ararsanız vardı…

Yabancı bir şehre varır varmaz bir saatliğine de olsa çıkıp keşif turu atmaya bayılırım ama bu sefer ona vakit yoktu çünkü bir saat sonra Savonlinna’daki ilk operamı, “Madama Butterfly”ı izlemek üzere şatonun yolunu tutmalıydım. 

Gittiğim günlerde, Finlandiya yılın en sıcak günlerini yaşıyordu. İskandinavya’nın “en sıcağı” en fazla 23-25 derece. Şehir merkezine iki dakika mesafedeyim ama küçük Avrupa şehirlerine özgü o dinginlik her yeri sarmış. Sessizliği tek bozan, bambaşka sokaklardan çıkıp hep aynı yöne doğru ilerleyen hanımlı, beyli orta yaşlı şık çiftler. Bir de kocaman tur otobüsleri geçiyordu yanımdan sürekli. Opera turizmi dedikleri bu olsa gerek. Yılın bu ayında dünyanın dört bir tarafından opera tutkunlarının favori uğrak yerlerinden biri haline geliyor çünkü Savonlinna. Bu küçük şehrin en büyük gelir kaynaklarından biri haline gelmiş Festival. 

Etkinliğin merkezi Olavinlinna Şatosu

Sağlı sollu şık evlerin çevrelediği taşlı yolun sonuna vardığımda ortam da birden hareketlendi. Ve uzaktan Savonlinna’nın simge yapısı gözüktü bile! Festivale bir ay boyunca ev sahipliği yapan Olavinlinna Şatosu tüm haşmetiyle karşımda duruyordu işte. Festival tam 42 yıldır, görür görmez Vikingleri insanın aklına getiren bu tarihi şatoda düzenleniyor. Burası, 1475 yılında, Danimarkalı şövalye Erik Axelsson Tott tarafından, Saimaa gölü üzerinde bulunan, kıyıya çok yakın bir adacık üzerine inşa edilmiş. Doğudan gelecek saldırıları püskürtmek amacıyla yapılan şato, Kuzey Avrupa’nın bugüne dek en iyi korunabilmiş ortaçağ kalesi olarak biliniyor. Tepeleri külahlı, silindirik yapıdaki beş burç yüksek duvarlarla birbirine bağlanmış. Türlü savaşlara sahne olmuş, Finlandiya topraklarını yüzyıllarca elinde tutmuş iki komşu ülke, İsveç ve Rusya arasında devamlı el değiştirmiş Olavinlinna’dan pekâlâ güzel bir opera sahnesi yaratılabileceği fikri, ilk olarak, yurtseverliğiyle tanınan dönemin ünlü Finlandiyalı opera sanatçısı soprano Aino Ackte tarafından 1907 yılında ortaya atılmış. 

1912’de ilk festivalin düzenlendiği Olavinlinna’nın soğuk taş duvarlarında beş yıl boyunca Fin operaları çınlamış. Rusya’dan bağımsızlığını yeni elde eden Finlandiya’daki ulusalcılık hareketinin müzikteki yansımalarından biri haline dönüşmüş Savonlinna bu dönemde. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklarla birlikte rafa kalkan Festival ta 1967 yılına kadar bir daha canlandırılamamış. O yılın 16 Temmuz günü sahnelenen Beethoven’in “Fidelio” operası, günümüze dek kesintisiz sürecek Savonlinna Opera Festivali’nin başlangıç fitilini yakan temsil olarak kabul ediliyor. Bu ülkeden çıkan ünlü bas Martti Talvela’nın, sanat yönetmenliğini üstlendiği 1970’li yıllarda, Festivalin dünyadaki benzerleri arasında saygın bir konuma kavuşturulmasındaki payı çok büyük.

Şatonun giriş kapısına doğru ilerledim. Yukarıda, küçük bir ada üzerine inşa edilmiş dediğim Olavinlinna Şatosu’na, dar bir köprü üzerinden yürüyerek ayak basan misafirler, yapının içine girdiklerinde taş duvarların arasından geçip “fuaye”ye ulaşıyor. Şatonun iç avlusuna yerleştirilen 2,200 kişilik oditoryum, demir konstrüksiyondan imal edilmiş. Tepesi, akustiğe zarar vermeyen hatta onu iyileştirdiği söylenen bir biçimde kapatılmış. “Bu kapatma işlemi nasıl bir akustik ortam doğurmuş” şeklindeki sorumun cevabını ise birazdan alacağım. 

Fuayenin her tarafı, ellerinde içki kadehleri ve minik pastalarıyla hummalı sohbetlere dalmış izleyicilerle doluydu… Ağırlık Finlilerde. Gelmeden önce daha uluslararası bir profil çizdiğini tahmin etmiştim ama hayır dünyanın alanında en çok ilgi gören etkinliklerinden biri olmakla birlikte Savonlinna bir Salzburg veya bir Lucerne kadar yabancı konuk çekebilen bir festival değil. Şatonun yürüme yollarına kümelenmiş izleyiciler arasında yaptığım mini turun sonunda kulağıma çalınan diller arasında Fince ezici bir üstünlüğe sahipti. Bu akşamki operanın “Madama Butterfly” olması sebebiyle sağda solda geleneksel kıyafetleriyle Japonlar da göze çarpıyordu.

Daracık sahne rejisörün işini güçleştiriyor 

Temsil saati yaklaşıyor… Geleneksel Fin giysileri kuşanmış görevli bayandan bu akşamki kast listesini alıp içeri girer girmez, sahnenin olağandışılığı dikkatimi çekiveriyor. Şimdiye dek gördüğüm en dar sahne olmalı bu, eni on metre var yok! İlk bakışta herhangi bir opera sahnelenemez intibaı vermekle birlikte, yönetmenlerin mekâna özel uygulamalarıyla bu açığın kapatılmaya çalışıldığını ve bunda çoğunlukla başarılı olunduğunu, birkaç gün içinde daha iyi anlayacaktım. Sahne daracık ama gereğinden fazla uzun ve uçlara doğru iyice daralıyordu. Burada en zor iş yönetmen ve dekorcuların çünkü bu elverişsiz sahnede “az malzemeyle çok şey anlatma” görevi düşüyor onlara. 

Sanatçıların giriş çıkışları, ağırlıklı olarak, sahne arkasını teşkil eden kocaman taş duvarın tepesinde sağlı sollu konumlanan iki kapıdan gerçekleştiriliyor. Bu iki kapı uzun merdivenlerle aşağıdaki sahneye bağlanıyor. Ayrıca sahnenin zemininde yerin altına inen bir çıkış kapısı daha var. Geleneksel opera sahnesinde rastlanamayacak bu giriş-çıkışlar, yönetmene de apayrı bir özgürlük tanıyor. Kimi zaman giriş çıkışların oditoryumu kullanarak izleyicilerin arasından da yapıldığına şahit olunabiliyor. 

Işıklar karardığı gibi orkestra şefinin çukurda gözükmesini bekliyoruz. Ama şefimiz oditoryumun arkasında bulunan bir kapıdan çıkıp izleyicilerin arasından geçerek alkışlar eşliğinde podyumdaki yerini aldı. “Madama Butterfly”ın ilk mezürleriyle birlikte Savonlinna Opera Festivali Orkestrası’nın kalitesi de anında ortaya çıktı. Finlandiya sathındaki on kadar orkestranın üyeleri arasından itinayla seçilen üyelerin oluşturduğu topluluğun son yıllardaki ana çekirdeğini Finlandiya Radyo Senfoni, Helsinki Filarmoni, Fin Ulusal Operası ve Tapiola Sinfonietta gibi önemli senfonik topluluklar meydana getiriyor. Savonlinna Festivali’nin asıl övünç kaynağı ise muhteşem korosu. Üzerimdeki asıl etkisini “Turandot”ta gösterecek olan, Matti Hyökki yönetimindeki Savonlinna Opera Festivali Korosu, bu ülkedeki koro geleneğinin köklerinin hayli derinlere gittiğinin apaçık bir simgesi. Koro üyeleri, her yıl ülke çapındaki müzik okullarında okuyan gençlerin arasından sınavla seçiliyor.

Şef Stefan Soltesz’in baştan sona hayli forte yönetmeyi tercih edip sahnedekileri güç durumda bıraktığı bir “Butterfly” temsili izledik 23’ü akşamı. Temsilden aklımda kalan en başarılı ses ve icra, Butterfly rolündeki Rus soprano Viktoria Yastrebova’dan geldi. Mariinsky’den çıkma bu genç sanatçı, etkileyici bir Butterfly portresi çizdi. Bu tip festivallerin en güzel taraflarından biri de, kayıt sanatçısı olmayan veya türlü sebeplerden yayınlanan kayıtları yaygın dolaşımda bulunmayan seçkin sesleri sahnede izleyip onları tanımanıza olanak vermesi. O güne değin duymadığım Yastrebova’yı da bu sayede tanımak önemli bir keşifti benim için. Akustik ise daha önce bu festival hakkında duyduklarımı doğrulayan cinstendi. Aspendos kadar mucizevi değil elbette ama tepesinin kapatılmasıyla çok iyi bir kıvama kavuşmuş. Sesler çok az kayıpla oditoryuma ulaşıyordu. Dipdiri seslerden oluşan korolu sahnelerde ulaşılan görkem etkileyiciydi.

Akşam saat 7’de başlayan temsil saat 10’u biraz geçe sona erdi. Temsillerin erken saatte başlayıp bitmesinin güzelliğini bir kez daha yaşadım. Aspendos’u hatırlama zamanı! Şatodan çıktığımızda Finlandiya gecesinin henüz sokaklara inmediğini fark ederek gülümsedim. Ortalık ikindi vakti aydınlığındaydı. Dar ve kısa köprüden karaya ayak basar basmaz izleyicilerin bir kısmı sağlı sollu cafe ve restoranların, bir kısmı ise tur otobüslerine binip otellerinin yolunu tutarken kimisi de aydınlık Savonlinna sokaklarından geçip şehir merkezine ilerliyordu. 

Bilgili-Gutierrez çiftinin evine davetliyim

Benim programım ise daha farklıydı. Birazdan dünya çapındaki başarılarıyla gurur duyduğum önemli bir operacı çiftle buluşacaktım. Bu yıl uğrak yeri olarak Savonlinna’yı seçmeme vesile olan bir operacı çiftten bahsediyorum. Sanat elçilerimizden Burak Bilgili ve dünya opera sahnelerinde şu ara fırtına gibi esen Kübalı soprano eşi Eglise Gutierrez’in Savonlinna’da ikâmet ettikleri eve davetliyim. Evleri şatoya beş dakikalık mesafedeydi. Bilgili çifti neden burada peki? Çünkü ikisi de bu yaz Savonlinna’da sahnelenen iki önemli prodüksiyonun bel kemikleri. Benden bir ay önce gelip yerleşmişler Saimaa gölüne bakan evlerine. Sarılıp hasret gideriyoruz. Eglise’i İstanbullu müzikseverler de iyi tanır çünkü daha önce yanılmıyorsam üç farklı mekânda eşi Burak’la birlikte söylemişti. Her zamanki Latin sıcaklığıyla halimi hatırımı sordu Eglise ama kafasının bu gece başka yerde olduğu belli. 15 Temmuz’da başrolde söylemeye başladığı “Lucia di Lammermoor”un ertesi akşam söyleyeceği dördüncü temsiline odaklanmış. Burak şimdilik rahattı. Giorgio söyleyeceği “I Puritani”nin prömiyerine daha bir hafta vardı. Kendi elleriyle yaptığı sebzeli makarnalarımızı afiyetle yedikten sonra Eglise’in kreasyonu olan krem şantili çileğe geliyor sıra. Bizim kokulu Arnavutköy çileğini andıran bu meyvenin Savonlinna halkı tarafından bu mevsimde nasıl da çekirdek gibi tüketildiğini bir sonraki gün şehrin pazarını gezerken anlayacaktım.

Burak’ın bu, Savonlinna’da çıkacağı ikinci rol. Artık bu festivalin daha doğrusu Finlandiya’nın gediklisi sayılır zira 2006 yılında burada sahnelenen “Carmen” operasında Escamillo rolünde de söylemişti. Ona bu festivalin kapısını açan ise Helsinki’de beş yılda bir düzenlenen dünyaca ünlü Mirjam Helin Şan Yarışması’nda 2004 yılında aldığı ikincilik ödülü olmuştu. 

Artık izin isteyip ayrılma zamanı geliyor zira ev sahibesinin uykusunu iyi alması lazım, yarın onun için büyük günlerden biri olacak.

24 Temmuz akşamı, Festival müdavimlerinin iple çektikleri temsil gelip çattı. İki yıl önce sahnelenip büyük ilgi toplayan “Lucia di Lammermoor” prodüksiyonu bu yıl da tekrarlanıyor ve başrolde yine aynı isim, koloratur soprano Eglise Gutierrez var. İki yıl önce bu rolde harikalar yarattığını duyduğum Gutierrez’in izleyeni ne denli afallatan bir Lucia’ya dönüştüğüne o akşam ben de şahit oldum. Tam anlamıyla bir tek kişilik gösteriydi. Gutierrez, muhteşem sesi, yorumu ve çok az solistte görülebilecek sahne elektriğiyle Donizetti’nin aklını yitiren kadın karakterine öyle bir can verdi ki, Finlandiyalı izleyicilere operanın sonunda kendisini ayakta alkışlattı! Beğenilerini genellikle “bravo”lar eşliğinde ayaklarını tıpkı Almanlar gibi yere vurarak ifade eden bu kuzey halkı için pek görülmedik bir tepkiydi bu. Gutierrez’in önü çok açık. Önümüzdeki dönem onu birbirinden önemli sahnelerde Florez ve Hvorostovski dâhil büyük isimlerle izleyeceğiz. Belki günün birinde bir Türk sahnesinde, eşi Burak Bilgili’yle birlikte... Neden olmasın?

Festivalde bir sonraki akşamdan bahsetmeye geçmeden önce Lucia’nın dekorlarına da değinmeliyim. Rejisör Marianne Mörck, sahneden kaldırdığı her malzemenin ortamı biraz daha “soğuklaştırdığını” fark edip dekorcuyla birlikte kafa kafaya verip, İskoç şatosunu temsil etmek üzere, sahnede yalnızca dört büyük sütun bırakıp Lucia’nın hissettiği güvensizlik ve dışlanmışlık duygusunu böyle vurgulamayı düşünmüş. Opera boyunca sürekli yer değiştiren sütunların yarattığı tekinsizlik duygusu, Mörck’ün düşüncesinde ne denli isabetli olduğunu kanıtlıyordu bence. Lucia’nın geceliğinin üzerindeki kanların, yama yapmışa benzer tarzda stilize oluşunu ise yadırgadım. Bu temsilde de Eglise Gutierrez’in dışında bir şancıyı daha, “yakından takip edilecekler” listeme yazdım. Genç Şilili tenor Felipe Rojas Velozo, Edgardo rolünde Latinlere özgü muhteşem ses rengi ve güçlü oyunculuğunu ustaca kullanarak Gutierrez ile harika bir uyum sergiledi. Bilgili’nin Philadelphia’dan yakın dostu olan Meksikalı bariton Luis Ledesma ise Enrico rolünde temsilin güçlü yanlarından biriydi.        

25 Temmuz akşamı sahnelenen “Turandot”, avangard rejisiyle festivalin diğer geleneksel yapımlarından ayrılıyordu. Birinci perde öncesinde, 1924 yılında geçen prologda, üç doktorun başında beklediği ölüm döşeğindeki Puccini’yi, “Turandot”u bitirmeye çalışırken izledik. Derken o üç doktor bir anda Puccini’nin hizmetkârlarına dönüştü ve efendilerinin onlara kötü muamelesi karşılığında ceza olarak onu gözleri görmeyen Timur haline getirdi. Kendileri de operanın bitimine kadar ellerinde bastonlarıyla Şarlo kılığına bürünmüş Ping, Pang ve Pong oluverdiler (!) “Turandot”tan aklımda kalan tek şey, yukarıda da bahsettiğim gibi, Savonlinna Festival Korosu’nun kulaklara ziyafet muhteşem performansıydı.       

2009 yılının sanatçısı Gutierrez

Festivalde 26 Temmuz akşamı, “2009 Yılının Sanatçısı” seçilen Eglise Gutierrez’in resitaline ayrılmıştı. Savonlinna 1978’den beri her yıl bir sanatçıya bu payeyi veriyor. Bugüne kadar Martti Talvela, Matti Salminen ve Tom Krause’nin de aralarında bulunduğu pek çok Finli müzisyen bu unvanın sahibi olmuş. Gutierrez, yabancı kontenjanından bu payeye erişen nadir yorumculardan biri. Finlandiya izleyicisinin bu sıcakkanlı solisti benimseyip çok sevmesinin bunda payı büyük. Saimaa Gölü kenarındaki Casino Otel’in yanıbaşında inşa edilen Savonlinna Hall (Konser Salonu) ahşap içyapısıyla tam bir akustik harikası. Dışarıdan da etkileyici bir görünüşe sahip binanın oditoryumunda o akşam doyurucu bir resital sundu Gutierrez. Piyanisti, Philadelphia’dan aile dostları da olan, Curtis’in önde gelen şan hocalarından Danielle Orlando’ydu. 

Handel’den Offenbach’a, oradan da Küba şarkılarına uzanan çok renkli bir programı vardı Gutierrez’in. Özellikle Olympia’nın Şarkısı’na kattığı teatral öğeler fevkaladeydi. Resital biter bitmez, gecenin prodüktörü elinde mikrofonla sahneye çıktı ve iki sanatçıyla başladı ayaküstü söyleşi yapmaya. Festivalin bir geleneğiymiş. “Eglise sen burada çok seviliyorsun” cümlesiyle başlayıp sık sık kahkahalarla kesilen on dakikalık mini sohbetin ardından bis’lere geçildi. Resital sona erip izleyiciler salondan ayrıldığında, Festivalin Genel Müdürü Jan Hultin ve Genel Sanat Yönetmeni Jari Hamalainen, Gutierrez’in şerefine fuayede şampanya patlattılar. Savonlinna çileği bu mini seremoni sırasında da yine başköşedeydi!  

Ertesi gün festivalde etkinliğin yer almadığı tek gündü, ben de bunu fırsat bilerek bir günlüğüne trenle Helsinki’ye gittim. Bu şık İskandinav başkentini gezip görmenin dışında temmuzun son haftasında hiçbir etkinliğin yapılmadığı bu metropolde müzik adına maalesef tek yapabildiğim, Fin Ulusal Operası’nı, senfonik konserlerin verildiği Finlandia Hall’u ve meşhur Sibelius Anıtı’nı yakından görebilmekti. Karşı kıyıdaki Estonya’nın başkenti Tallin’e ise 2,5 saat sürdüğünü öğrendiğim feribot yolculuğu yüzünden gitmeyi tercih etmedim.  

Helsinki’de geçirdiğim tek gecenin ardından son iki günümde iki ayrı temsil izlemek üzere, dört saatlik rahat bir tren yolculuğunun ardından yeniden Savonlinna’ya döndüm. Yeri gelmişken biraz da temsiller dışında zamanımı geçirmeye çalıştığım bu küçük şehirden bahsedeyim. Savonlinna, Fince “Savonia (Finlilerin İsveç hâkimiyeti altındayken sahip oldukları tarihi bir il) Şatosu” anlamına gelen, Olavinlinna’nın çevresinde kurulmuş, 30 Bin kişinin yaşadığı 370 yaşında şirin bir şehir. Finlandiya’nın en büyük gölü olan Saimaa’nın kalbinde yer alıyor. İskandinavya’nın sessiz sakin balıkçı kasabalarından biri görüntüsü veriyor Savonlinna şehre ilk bakışta. Derli, toplu, huzurlu… Beyaz ve pastel renklerin hâkim olduğu şık apartmanlar süslüyor Saimaa gölü kıyısını. Yıl içinde adından bahsettirdiği tek etkinliği var, o da opera festivali. Başta komşusu İsveç olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden opera tutkunlarının uğrak yerlerinden biri. Özellikle festivalin yapıldığı temmuz ayında kentte ciddi bir otel sıkıntısı yaşandığı için rezervasyonların çok önceden yapılması şart. 

Bilgili “I Puritani”de kilit roldeydi 

Festivalin benim de iki gününü izleyebildiğim son haftası konuk topluluğa ayrılmıştı. Bu da 1987 yılından beri süregelen bir Savonlinna geleneği. Daha önceleri Mariinsky, Covent Garden gibi ünlü topluluklar gelmiş. Gelecek yıl Kraliyet İsveç Operası gelecek. Bu yıl sıra İtalya’nın güneyinden gelen Teatro Massimo di Palermo’daydı. 200 kişiyi aşkın kadrosuyla topluluk “I Puritani” ve “Cavalleria-Palyaçolar” operalarını getirmişti festivale. Burak Bilgili Palermo Operası’nın konuk sanatçısı olarak ‘I Puritani’ kastında yer alıyordu. 

Palermo ekibini ilk kez 28 Temmuz akşamı “Cavalleria-Palyaçolar” yapımında izledik. Cavalleria daha geleneksel bir reji anlayışıyla sunulurken “Palyaçolar”ın konusu günümüze taşınmıştı. Leoncavallo’nun eserinde, günümüzün fenomen tenorlarından Giuseppe Giacomini başroldeydi. Gicomini’nin sesi elbette duyanda hayranlık uyandıracak cinsten ama onu fenomene dönüştüren şey yaşı! Bu büyük İtalyan sanatçı, tıpkı Domingo gibi bugün 69 yaşında ama - yer yer sallansa da - hâlâ olağanüstü bir ses genişliğine sahip. Mascagni’nin eserinde Turiddu söyleyen mükemmel Sırp tenor Zoran Todoroviç’i de “takip edilecekler” listeme yazdım.

Temsilden çıkıp mekânıma dönerken, yolumu çevirip, yaşamım boyunca unutamayacağım birkaç saat geçireceğimi nereden bilebilirdim? Göl kıyısında şehir merkezine doğru yürürken öbür kıyıdan müzik sesleri geldiğini fark ettim. Pop orkestrasını bastıran bir davudi ses dikkatimi çekti hemen. Adımlarımı sıklaştırdım ve gölün üzerinden süzülüp gelen sese daha bir kulak kabarttım. Acaba o mu? Yok canım daha neler? Bu küçücük şehirde ne arasın? Hem konseri olsa büyük haber olurdu, ben de duyardım bir yerden… Düşüne mırıldana hızlı adımlarla sesin geldiği noktaya vardım ki bir de ne göreyim! Matti Salminen bir restoranın bahçesine kurulu sahneye çıkmış, pop orkestrası eşliğinde elinde mikrofonuyla Fince şarkılar söylemiyor mu? Kariyeri boyunca hiçbir opera sahnesinde izleyemediğim Finlilerin efsanevi opera sanatçısı bas Matti Salminen’i ülkesinin küçük bir şehrinde pop orkestrası eşliğinde tesadüfen izlemek de varmış kaderde! Soluklanmak üzere ara verdiğinde yanına gidip Türkiye’den geldiğimi ve büyük bir hayranı olduğumu söyleyip tanıştım. Kibarca teşekkür etti. O gece bambaşka duygularla mekânıma döndüm.  

Teatro Massimo’nun 29 Temmuz akşamı sahneye koyduğu “I Puritani” operasının bu ülkedeki opera yaşamı bakımından önemli büyüktü çünkü Burak Bilgili’nin de sahneye çıktığı o akşam, eserin Finlandiya prömiyeri yapılacaktı. Bu ülkedeki operaseverler gözlemlediğim kadarıyla o akşam çok daha farklı bir heyecan yaşıyordu.  

Bilgili, bel canto döneminde yazılan en güç operalardan biri sayılan “I Puritani”nin kilit rollerinden Giorgio’yu söyledi. Kendisini çok sevdiği belli olan Finlandiya izleyicisini hayal kırıklığına uğratmadı genç sanatçımız ve çok başarılı bir icra ortaya koydu. Bellini’nin tam bir bel canto (güzel söyleyiş) başyapıtı olan operasının uzun cümlelerini muhteşem bir legato ve nefes kontrolüyle söyledi. Koronun etkin olmadığı, arya ve “ensemble”lere dayanan operanın hemen her anında sahnedeydi Bilgili. Elvira’nın müşfik ve aynı zamanda otoriter dayısı Giorgio’yu inandırıcı bir oyunculukla canlandırdı. Bilgili’nin bir büyük artısı da, İtalyanca diksiyon ve telaffuzda çok başarılı olması. Sahnedeki İtalyanların bile pek çoğundan daha iyiydi bu konuda, her dediği anlaşıldı. Hatta temsil sonunda Bilgili’yi yurttaşı zanneden İtalyan Büyükelçisi’nden diksiyonu yüzünden övgü almayı da bildi. Tüm bu hasletleriyle, operanın sonunda kopan alkışları ve “bravo”ları hak etti sanatçımız.

Tüm gösteriler kapalı gişe 

Savonlinna’da bulunduğum süre boyunca sahnelenen operaların hepsi de kapalı gişeydi. Her yıl ortalama 60 Bin kişi izlemeye geliyor bu festivali dünyanın dört köşesinden. Yine de ağırlık yüzde doksan’lık bir oranla Finlandiyalılarda. Yabancı izleyiciler yüzde on düzeyinde. Görüştüğüm genel müdür Jan Hultin’e festivalin rakamlarını sordum. Toplam bütçelerinin Sekiz milyon Euro olduğunu söyleyen Hultin, bu rakamın yüzde yetmişinin bilet gelirlerinden oluştuğunu söyleyerek beni çok şaşırttı. Zaten o da bu rakamın benzerleriyle kıyaslandığında bir dünya rekoru olduğunun altını özenle çizdi! Bütçenin geri kalanını, Fin Hükümeti (yüzde dokuz) ve Savonlinna şehri (yüzde 5) oluşturuyor.

Hultin, geçen yıl Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen’in de Savonlinna Festivali’ni ziyaret ettiğini ve önümüzdeki yıllarda Savonlinna’nın Aspendos Festivali’ne turne düzenlemesi konusunda Gökmen’le prensipte anlaştıklarını söyledi. Gönül elbette önde gelen bir opera kurumumuzun da, tıpkı bu yılki Palermo ekibi gibi gelecek yıllarda Savonlinna’nın konuk kumpanyalarından biri olmasını arzuluyor. 

Savonlinna Opera Festivali gelecek yıl 2 ve 31 Temmuz günleri arasında düzenlenecek. Festivalin şimdiden belli programına www.operafestival.fi adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Makaleleri
Fin şatosunda Opera Festivali
Musikverein' dan "altın sarısı" kıvamında izlenimler

Önerdiklerimiz

BAHARIN GELİŞİYLE BÜYÜKADA
Explore Ortaklığı ile Puglia
YEDİKULE’DEN SAMATYA’YA TURU
İSTANBUL’UN KONUŞAN TAŞLARI

İSTANBUL’UN KONUŞAN TAŞLARI

Sıra dışı bir şehir jeoloji aktivitesi
İSTANBUL'UN HANLARI VE ÇARŞILARI
Kişiye Özel Geziler

Size Özel Turlar

Hayalinizdeki geziyi sayfamızda bulamadınız mı?

Hayallerinizdeki Geziyi, Hayallerinizin Ötesinde Yaşayın!

Nasıl bir program istediğinizi söyleyin, size hayallerinizdeki geziyi tasarlayalım, siz dünyayı nasıl görmek isterseniz öyle bir rotayla; herkes için değil sizin tercihleriniz, sizin hayalleriniz, sizin maceranız için

Gemi Gezileri
Makaleler
Fest Travel
Fest Travel Instagram
Fest Travel Youtube
Fest Travel Twitter
Fest Travel Facebook
Çalışma Saatleri
Pazartesi - Cuma : 08.30 - 18.00

Mesai saatleri dışında bize ulaşmak için [email protected] adresimize yazabilir ya da 0 850 622 33 78 no’lu telefonu arayabilirsiniz.
Barbaros Bulvarı, Barbaros Apt. No.74 K.7 D. 18-19 PK.34349 Balmumcu, Beşiktaş-İstanbul / Türkiye

Tel: 0 850 622 33 78
Faks: 0 212 216 10 30
E-Posta: [email protected]